Dışişleri Bakanımız Çavuşoğlu yeni bir fiil üretti, "anlayışa varmak" diye?
ABD'den Münbiç konusunda yapılan "anlaşmaya varmadık" açıklamasının ardından Çavuşoğlu şu ifadeleri kullandı: "Anlaşmaya vardık sözünü netliğe kavuşturmak gerekiyor. Bir anlayışa vardık diyoruz. Suriye'nin özellikle Münbiç ve Fırat'ın doğusunun huzura kavuşması. Anlayışa vardık, anlaşmaya vardık demedik. Basınımız öyle bir şey söylüyor ki. O zaman anlaşmaya vardıysak komisyon çalışmasını niye yapacağız."
Halbuki, Sayın Çavuşoğlu'nun önceki açıklaması hem içeride hem de dışarıda "anlaşmaya vardık" şeklinde anlaşılmıştı.
Hatta bu sebeple ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Heather Nauert basının karşısına çıkmış ve kendisine yöneltilen "Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ABD ile Münbiç'in YPG'den temizlenmesi konusunda anlaştıklarını söyledi. Sizin de anlayışınız bu yönde mi?" sorusuna şu cevabı vermişti: "Bizim anlayışımız bu değil. Şu noktada Türk hükümetiyle pek çok görüşme yapıyoruz. Geçen hafta burada 1,5 gün süren toplantılar yapıldı. Hala Türkiye ile bir anlaşmaya varmak için çalışıyoruz."
ABD Sözcüsü'nün açıklamasına bakılırsa, herhangi bir anlaşmaya varılmadığı gibi, Çavuşoğlu'nun ifade ettiği gibi bir anlayışa da varılmadı. Çavuşoğlu, 14 Mart'ta yaptığı basın açıklamasında daha da ötesini söylemişti. ABD ile YPG'nin Menbiç'ten çekilmesini öngören bir plan üzerinde çalıştıklarını, bölgede güvenliğin Türk ve ABD askerleri tarafından sağlanacağını, YPG'nin Suriye'nin Münbiç kentinden çekilmesini öngören bir planın ele alınacağını, karara bağlanacak bir takvim uyarınca Washington ve Ankara'nın YPG'nin bölgeden çekilmesini ortaklaşa gözlemleyeceğini ifade etmişti.
Ama ABD Sözcüsü'nün açıklamasına bakılırsa, bırakın bunların görüşülmesini, bu noktada bir adım atılacağa da benzemiyor.
ABD, Münbiç konusunda hiçbir geri adım atmayacağına göre, Çavuşoğlu'nun "anlayışa vardık" ifadesini "ABD'nin dediği noktaya geldik" diye mi anlamamız gerekiyor?
Şu bir gerçek ki, FETÖ darbe girişimine destek vermesi, PKK/PYD'yi ortak kabul etmesi gibi yaptığı her türlü ihanete rağmen, mevcut bağımlılığımız nedeniyle ABD'yi bir İncirlik Üssü'nden bile çıkaramayan bizler, söyler misiniz Münbiç konusunda ABD'ye rağmen nasıl adım atacağız?
Eğer ABD, Afrin konusunda bile göz yummasaydı, "Afrin bizim kapsama alanımız dışında" demeseydi, biz Afrin'e operasyon yapabilecek miydik?
Ekonomi değirmenini okyanus ötesinden taşınan suyla döndüren siyasilerimiz, cebimizdeki paranın bile Sayın Baş'ın ifade ettiği gibi doların tercümesi olduğu bir atmosferde söyler misiniz, ABD'ye rağmen nasıl bir adım atılabilir?
ABD'li yetkililer açık açık diyorlar ki, "Türk askeri bizim eğittiğimiz teröristlerle savaşıyor" diye? Yani bizim askerimizi şehit edenler ABD'nin eğitip donattığı paralı askerleri, teröristleri, tetikçileri? Washington'daki bir panelde konuşan Ortadoğu Enstitüsü'nde terörle mücadele uzmanı Charles Lister şunları söylüyor: "Türkiye'yle Amerika arasında dolaylı çatışma görüyoruz. Gerçek şu ki PKK'nın Suriye kolunu destekledik. Bunun Türkiye'nin çıkarlarını tehdit edeceğini görmezden geldik. Bu, Amerika'yı kısa ve uzun dönemde hileci bir duruma sokuyor. Bizim eğittiklerimiz ve silahlandırdıklarımız şimdi Türkiye'yle savaşıyor. Türkler'i sevelim ya da sevmeyelim alandaki gerçek bu. Bu bence çok önemli bir sorun olacak."
Daha ne desin? Yaklaşan seçimler öncesi Türk milleti önünde ABD'ye dayılanıp, "Ey Amerika!" deyip, perde arkasında ise "buyur" demek ve buna yönelik adımlar atmak, Türkiye'yi sağlıklı bir geleceğe götürür mü sizce?
Adamların parasıyla üretiyoruz, tüketiyoruz, petrol, doğalgaz, altın, bor gibi birçok starejik, değerli madenlerimizin ruhsatlarını adamlara vermişiz; adamlar sadece İncirlik'te değil, 40'ı aşkın üste, ülkemizin her köşesine yerleşmişler, değişik vesilelerle kozmik odalarımızdaki en mahrem devlet sırlarımızı bile ele geçirmişler ve daha niceleri? Üstelik siyasilerimiz üzerinde, Zarrab davalarıyla, başka mevzularla sürekli baskılar kuruyorlar.
Bu sebeple Mustafa Kemal Atatürk, İstiklal Mücadelesi için daha ilk yola çıktığı andan itibaren "tam bağımsızlık" diyordu, "Manda ve himaye kabul edilemez" prensibini yol haritası olarak belirlemişti.
Bugünün AKP'li Türkiyesi, dünün Atatürklü Türkiye'sinden çok farklı? Tam bağımsız karakterli bir lider ve tamamen milli olan bir Türkiye'den, her konuda ülkemiz üzerinde hesabı olan ülkelere bağımlı bir Türkiye'ye geçiş yaptık. Atatürk'le en sarp kayalıkları bile rahatlıkla tırmanıyorken, şimdi uçurumdan aşağı kendimizi salıvermiş vaziyetteyiz.
O yüzden Prof. Dr. Haydar Baş, "Mevcut poblemler, bu problemleri doğuran anlayışlarla çözülemez" diyor ve aynen Mustafa Kemal gibi "tam bağımsız bir duruş" ortaya koyuyor.
İllaki ABD'ye "Ey Amerika!" demeye gerek yok. Sen Sayın Baş'ın Milli Ekonomi Modeli'nde ifade ettiği gibi emek ve üretim karşılığı Milli Para'nı devreye koyarsan, üretimini tüketimini, dış ticaretini bu parayla yaparsan; tarımını, hayvancılığını, sanayini milleştirirsen; madenlerini devlet-millet ortaklığıyla işletirsen; senyorajla devletini güçlü bir devlet, askerini de dünyanın en güçlü ordusu haline getirirsen sana en fazla düşmanlık edenin bile bir anda seninle dost olmaya çalıştığını görürsün.
Bükemeyecekleri elini öpmek için sıraya dizilirler. O zaman düşmanlarınla senin koşullarında anlaşmaya varırsın, onların anlayışına varmazsın.
Mevcut durumumuz, dostlarımızı da düşman yapıyor, düşmanlarımıza cesaret veriyor.
ABD'den Münbiç konusunda yapılan "anlaşmaya varmadık" açıklamasının ardından Çavuşoğlu şu ifadeleri kullandı: "Anlaşmaya vardık sözünü netliğe kavuşturmak gerekiyor. Bir anlayışa vardık diyoruz. Suriye'nin özellikle Münbiç ve Fırat'ın doğusunun huzura kavuşması. Anlayışa vardık, anlaşmaya vardık demedik. Basınımız öyle bir şey söylüyor ki. O zaman anlaşmaya vardıysak komisyon çalışmasını niye yapacağız."
Halbuki, Sayın Çavuşoğlu'nun önceki açıklaması hem içeride hem de dışarıda "anlaşmaya vardık" şeklinde anlaşılmıştı.
Hatta bu sebeple ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Heather Nauert basının karşısına çıkmış ve kendisine yöneltilen "Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ABD ile Münbiç'in YPG'den temizlenmesi konusunda anlaştıklarını söyledi. Sizin de anlayışınız bu yönde mi?" sorusuna şu cevabı vermişti: "Bizim anlayışımız bu değil. Şu noktada Türk hükümetiyle pek çok görüşme yapıyoruz. Geçen hafta burada 1,5 gün süren toplantılar yapıldı. Hala Türkiye ile bir anlaşmaya varmak için çalışıyoruz."
ABD Sözcüsü'nün açıklamasına bakılırsa, herhangi bir anlaşmaya varılmadığı gibi, Çavuşoğlu'nun ifade ettiği gibi bir anlayışa da varılmadı. Çavuşoğlu, 14 Mart'ta yaptığı basın açıklamasında daha da ötesini söylemişti. ABD ile YPG'nin Menbiç'ten çekilmesini öngören bir plan üzerinde çalıştıklarını, bölgede güvenliğin Türk ve ABD askerleri tarafından sağlanacağını, YPG'nin Suriye'nin Münbiç kentinden çekilmesini öngören bir planın ele alınacağını, karara bağlanacak bir takvim uyarınca Washington ve Ankara'nın YPG'nin bölgeden çekilmesini ortaklaşa gözlemleyeceğini ifade etmişti.
Ama ABD Sözcüsü'nün açıklamasına bakılırsa, bırakın bunların görüşülmesini, bu noktada bir adım atılacağa da benzemiyor.
ABD, Münbiç konusunda hiçbir geri adım atmayacağına göre, Çavuşoğlu'nun "anlayışa vardık" ifadesini "ABD'nin dediği noktaya geldik" diye mi anlamamız gerekiyor?
Şu bir gerçek ki, FETÖ darbe girişimine destek vermesi, PKK/PYD'yi ortak kabul etmesi gibi yaptığı her türlü ihanete rağmen, mevcut bağımlılığımız nedeniyle ABD'yi bir İncirlik Üssü'nden bile çıkaramayan bizler, söyler misiniz Münbiç konusunda ABD'ye rağmen nasıl adım atacağız?
Eğer ABD, Afrin konusunda bile göz yummasaydı, "Afrin bizim kapsama alanımız dışında" demeseydi, biz Afrin'e operasyon yapabilecek miydik?
Ekonomi değirmenini okyanus ötesinden taşınan suyla döndüren siyasilerimiz, cebimizdeki paranın bile Sayın Baş'ın ifade ettiği gibi doların tercümesi olduğu bir atmosferde söyler misiniz, ABD'ye rağmen nasıl bir adım atılabilir?
ABD'li yetkililer açık açık diyorlar ki, "Türk askeri bizim eğittiğimiz teröristlerle savaşıyor" diye? Yani bizim askerimizi şehit edenler ABD'nin eğitip donattığı paralı askerleri, teröristleri, tetikçileri? Washington'daki bir panelde konuşan Ortadoğu Enstitüsü'nde terörle mücadele uzmanı Charles Lister şunları söylüyor: "Türkiye'yle Amerika arasında dolaylı çatışma görüyoruz. Gerçek şu ki PKK'nın Suriye kolunu destekledik. Bunun Türkiye'nin çıkarlarını tehdit edeceğini görmezden geldik. Bu, Amerika'yı kısa ve uzun dönemde hileci bir duruma sokuyor. Bizim eğittiklerimiz ve silahlandırdıklarımız şimdi Türkiye'yle savaşıyor. Türkler'i sevelim ya da sevmeyelim alandaki gerçek bu. Bu bence çok önemli bir sorun olacak."
Daha ne desin? Yaklaşan seçimler öncesi Türk milleti önünde ABD'ye dayılanıp, "Ey Amerika!" deyip, perde arkasında ise "buyur" demek ve buna yönelik adımlar atmak, Türkiye'yi sağlıklı bir geleceğe götürür mü sizce?
Adamların parasıyla üretiyoruz, tüketiyoruz, petrol, doğalgaz, altın, bor gibi birçok starejik, değerli madenlerimizin ruhsatlarını adamlara vermişiz; adamlar sadece İncirlik'te değil, 40'ı aşkın üste, ülkemizin her köşesine yerleşmişler, değişik vesilelerle kozmik odalarımızdaki en mahrem devlet sırlarımızı bile ele geçirmişler ve daha niceleri? Üstelik siyasilerimiz üzerinde, Zarrab davalarıyla, başka mevzularla sürekli baskılar kuruyorlar.
Bu sebeple Mustafa Kemal Atatürk, İstiklal Mücadelesi için daha ilk yola çıktığı andan itibaren "tam bağımsızlık" diyordu, "Manda ve himaye kabul edilemez" prensibini yol haritası olarak belirlemişti.
Bugünün AKP'li Türkiyesi, dünün Atatürklü Türkiye'sinden çok farklı? Tam bağımsız karakterli bir lider ve tamamen milli olan bir Türkiye'den, her konuda ülkemiz üzerinde hesabı olan ülkelere bağımlı bir Türkiye'ye geçiş yaptık. Atatürk'le en sarp kayalıkları bile rahatlıkla tırmanıyorken, şimdi uçurumdan aşağı kendimizi salıvermiş vaziyetteyiz.
O yüzden Prof. Dr. Haydar Baş, "Mevcut poblemler, bu problemleri doğuran anlayışlarla çözülemez" diyor ve aynen Mustafa Kemal gibi "tam bağımsız bir duruş" ortaya koyuyor.
İllaki ABD'ye "Ey Amerika!" demeye gerek yok. Sen Sayın Baş'ın Milli Ekonomi Modeli'nde ifade ettiği gibi emek ve üretim karşılığı Milli Para'nı devreye koyarsan, üretimini tüketimini, dış ticaretini bu parayla yaparsan; tarımını, hayvancılığını, sanayini milleştirirsen; madenlerini devlet-millet ortaklığıyla işletirsen; senyorajla devletini güçlü bir devlet, askerini de dünyanın en güçlü ordusu haline getirirsen sana en fazla düşmanlık edenin bile bir anda seninle dost olmaya çalıştığını görürsün.
Bükemeyecekleri elini öpmek için sıraya dizilirler. O zaman düşmanlarınla senin koşullarında anlaşmaya varırsın, onların anlayışına varmazsın.
Mevcut durumumuz, dostlarımızı da düşman yapıyor, düşmanlarımıza cesaret veriyor.
Murat Çabas / diğer yazıları
- Churchill: Sadece Mustafa Kemal’i hesaba katmamışız / 19.03.2024
- Kriter ekonomiyse iktidarın şansı yok! / 16.03.2024
- Gazze’de soykırım ve bağımsızlığın önemi / 15.03.2024
- Milli kimliğimizi korumak için yeni anayasaya hayır / 13.03.2024
- ‘Memnun değilsen, mecbur değilsin’ / 12.03.2024
- Rahmet ve bereket ayına ulaştık / 09.03.2024
- Emekliler yılında emekli can çekişiyor / 08.03.2024
- Anketlere aldanmayın! / 06.03.2024
- Türk milleti ‘değişim’ istiyor / 05.03.2024
- 13 bin dolar kişi başı milli gelir nerede? / 02.03.2024
- Kriter ekonomiyse iktidarın şansı yok! / 16.03.2024
- Gazze’de soykırım ve bağımsızlığın önemi / 15.03.2024
- Milli kimliğimizi korumak için yeni anayasaya hayır / 13.03.2024
- ‘Memnun değilsen, mecbur değilsin’ / 12.03.2024
- Rahmet ve bereket ayına ulaştık / 09.03.2024
- Emekliler yılında emekli can çekişiyor / 08.03.2024
- Anketlere aldanmayın! / 06.03.2024
- Türk milleti ‘değişim’ istiyor / 05.03.2024
- 13 bin dolar kişi başı milli gelir nerede? / 02.03.2024