Ülkenin gündemi bu hafta Reza Zerrab'a ve 16 Kasım'daki duruşmaya endekslenmiş durumda!
Nasıl endekslenmesin ki?
Sayın Başbakanımız dahi geçen hafta işi gücü bıraktı soluğu ABD'de aldı.
Her ne kadar basına Sayın Başbakanımızın "Erasmusa giden öğrencinin ilk gününü anımsatan" mutlu huzurlu ve muzip gülümsemeli fotoğrafları servis edilerek millete "Rahat olun ben buraya ufak çapta tatille karışık rutin temaslarda bulunmaya geldim" mesajları verilmeye çalışılsa da olayın boyutları sanki çok daha büyük gibi.
ABD'de bir Zerrab Depremi sebebiyle oluşacak tsunami dalgalarının doğrudan Ankara kıyılarına vurması muhtemel gibi gözüküyor.
Hâlbuki ABD Reza Zerrab'ı, İran ambargosunu delerek kendilerini zarara uğrattığı iddialarıyla tutuklamıştı.
Olaya sadece bu açıdan bakarsak bırakın bizi sıkıntıya sokmasını milletin gururunu okşayacak gaza getirecek unsurlar barındırıyor gibi görünecektir. Ne de olsa emperyalizmin merkezi zalim ABD'yi dolandırıp milletin cebine para koymuştu iktidar ve bir nevi Modern Zaman Robin Hood'u olmuştu.
Ancak belli ki kazın ayağı öyle değil.
Reza'nın itirafları sadece İran ambargosunun delinmesinden ibaret olsa bu kadar telaşa gerek kalmazdı.
Sayın Başbakanla eş zamanlı olarak Sayın Cumhurbaşkanını ziyaret eden Elon Musk'ı görünce "Karşılıklı pazarlıklar mı oluyor acaba?" sorusu akılları kurcalamıyor değil tabi!
Tüm bunların üzerine, dörtnala piyasaya pompalanan Meral Akşener haberleri de eklenince ister istemez korku dağları sarıyor!
Bahçeli dahi sıkıntıyı görüp seçim barajının indirilmesi için girişimlere başladı bile.
Yani anlayacağınız büyük koltukları büyük sarsıntılar sarsarken küçük koltuklar da sandalyeyi kurtarmanın derdine düşmüş durumda!
Peki, tüm bunlar milletin neyine çare, hangi derdine derman, hangi yarasına merhem olacak?
Hiçbir sorun çözülemeyecek tabii ki.
Kimin elinde hangi çare, hangi derman, hangi merhem var ki?!
İktidarın ülkeyi 15 yılda getirdiği yer ortada!
Ekonomi, bırakın rüzgârı camı açsanız oluşacak cereyandan zatürre olacak halde!
Her yanımız alev alev yanarken bir elimizde su kovası diğerinde körük, ne yapacağımızı ne yapmamız gerektiğini bilemez halde koşturuyoruz!
Yollar, köprüler ve hastaneler tamam ama millet artık bunların et ve ekmek yerini tutmadığını acı bir şekilde anlamaya başladı.
Çare diye pompalanan Meral Akşener'in elinde partinin ismi dışında İYİ bir şey yok!
Meral hanım da Tayyip Bey gibi Atatürk'e sarılarak milletin gözüne girme yarışına katıldı.
Çünkü Türk Milleti Prof. Dr. Haydar Baş'ın çıkışları neticesinde artık Mustafa Kemal'ini yeniden tanımıştı ve akın akın O'na koşmaya ve sarılmaya başlamıştı!
HOŞ GELDİN ATATÜRK kitabı da bu sarılışları çığ gibi büyütecekti besbelli.
Öyleyse tarlaları yağmurun yağdığı yere taşımak lazımdı.
Tüm bunlar olurken ülkede ve dünyada kendinden emin ve ne yaptığını, ne için yaptığını çok iyi bilen, elinde plânı projesi olan tek bir insan vardı.
O da Prof. Dr. Haydar Baş'tan başkası değildi.
Yaptığı her şeyi zerre kadar oy kaygısı olmadan ve tamamen milletinin ve insanlığın refahı için yapan, tek sıkıntısı hakkı hakikati duyurmak, insanları yanlıştan döndürmek olan ve Allah'ın rızası dışında bir beklentisi olmayan yegâne insan yine O'ydu.
O çok iyi biliyordu ki bu millet ancak ve ancak Atatürk'e yeniden sarılarak kurtulabilirdi ve nitekim öyle de olacak!
Sayın Baş'ın meşhur bir sözü vardır "Ben sizden oy istemeye gelmedim, sizi kurtarmaya geldim!"
Artık karar milletin!
Ya Atlantik ötesinden yapılan hesaplara ve kurgulara alet olmaya devam edecek ve her geçen gün daha çok batacak veya artık gerçeği görüp kurtulacak!
Bekleyip göreceğiz!
Nasıl endekslenmesin ki?
Sayın Başbakanımız dahi geçen hafta işi gücü bıraktı soluğu ABD'de aldı.
Her ne kadar basına Sayın Başbakanımızın "Erasmusa giden öğrencinin ilk gününü anımsatan" mutlu huzurlu ve muzip gülümsemeli fotoğrafları servis edilerek millete "Rahat olun ben buraya ufak çapta tatille karışık rutin temaslarda bulunmaya geldim" mesajları verilmeye çalışılsa da olayın boyutları sanki çok daha büyük gibi.
ABD'de bir Zerrab Depremi sebebiyle oluşacak tsunami dalgalarının doğrudan Ankara kıyılarına vurması muhtemel gibi gözüküyor.
Hâlbuki ABD Reza Zerrab'ı, İran ambargosunu delerek kendilerini zarara uğrattığı iddialarıyla tutuklamıştı.
Olaya sadece bu açıdan bakarsak bırakın bizi sıkıntıya sokmasını milletin gururunu okşayacak gaza getirecek unsurlar barındırıyor gibi görünecektir. Ne de olsa emperyalizmin merkezi zalim ABD'yi dolandırıp milletin cebine para koymuştu iktidar ve bir nevi Modern Zaman Robin Hood'u olmuştu.
Ancak belli ki kazın ayağı öyle değil.
Reza'nın itirafları sadece İran ambargosunun delinmesinden ibaret olsa bu kadar telaşa gerek kalmazdı.
Sayın Başbakanla eş zamanlı olarak Sayın Cumhurbaşkanını ziyaret eden Elon Musk'ı görünce "Karşılıklı pazarlıklar mı oluyor acaba?" sorusu akılları kurcalamıyor değil tabi!
Tüm bunların üzerine, dörtnala piyasaya pompalanan Meral Akşener haberleri de eklenince ister istemez korku dağları sarıyor!
Bahçeli dahi sıkıntıyı görüp seçim barajının indirilmesi için girişimlere başladı bile.
Yani anlayacağınız büyük koltukları büyük sarsıntılar sarsarken küçük koltuklar da sandalyeyi kurtarmanın derdine düşmüş durumda!
Peki, tüm bunlar milletin neyine çare, hangi derdine derman, hangi yarasına merhem olacak?
Hiçbir sorun çözülemeyecek tabii ki.
Kimin elinde hangi çare, hangi derman, hangi merhem var ki?!
İktidarın ülkeyi 15 yılda getirdiği yer ortada!
Ekonomi, bırakın rüzgârı camı açsanız oluşacak cereyandan zatürre olacak halde!
Her yanımız alev alev yanarken bir elimizde su kovası diğerinde körük, ne yapacağımızı ne yapmamız gerektiğini bilemez halde koşturuyoruz!
Yollar, köprüler ve hastaneler tamam ama millet artık bunların et ve ekmek yerini tutmadığını acı bir şekilde anlamaya başladı.
Çare diye pompalanan Meral Akşener'in elinde partinin ismi dışında İYİ bir şey yok!
Meral hanım da Tayyip Bey gibi Atatürk'e sarılarak milletin gözüne girme yarışına katıldı.
Çünkü Türk Milleti Prof. Dr. Haydar Baş'ın çıkışları neticesinde artık Mustafa Kemal'ini yeniden tanımıştı ve akın akın O'na koşmaya ve sarılmaya başlamıştı!
HOŞ GELDİN ATATÜRK kitabı da bu sarılışları çığ gibi büyütecekti besbelli.
Öyleyse tarlaları yağmurun yağdığı yere taşımak lazımdı.
Tüm bunlar olurken ülkede ve dünyada kendinden emin ve ne yaptığını, ne için yaptığını çok iyi bilen, elinde plânı projesi olan tek bir insan vardı.
O da Prof. Dr. Haydar Baş'tan başkası değildi.
Yaptığı her şeyi zerre kadar oy kaygısı olmadan ve tamamen milletinin ve insanlığın refahı için yapan, tek sıkıntısı hakkı hakikati duyurmak, insanları yanlıştan döndürmek olan ve Allah'ın rızası dışında bir beklentisi olmayan yegâne insan yine O'ydu.
O çok iyi biliyordu ki bu millet ancak ve ancak Atatürk'e yeniden sarılarak kurtulabilirdi ve nitekim öyle de olacak!
Sayın Baş'ın meşhur bir sözü vardır "Ben sizden oy istemeye gelmedim, sizi kurtarmaya geldim!"
Artık karar milletin!
Ya Atlantik ötesinden yapılan hesaplara ve kurgulara alet olmaya devam edecek ve her geçen gün daha çok batacak veya artık gerçeği görüp kurtulacak!
Bekleyip göreceğiz!
Zühtü Kazancı / diğer yazıları
- Ateist devlet olmayacağız / 08.09.2022
- Cem Yılmaz ve Cilalı Güldürü Devri / 29.08.2022
- Bırakın beni milleti uyandırın / 24.08.2022
- Aramıza katılmanızı bekliyoruz / 16.08.2022
- Suriye’nin kuzeyi mi, Büyük İsrail’in kilidi mi? / 01.08.2022
- 15 Temmuz ve alınmayan dersler / 19.07.2022
- Adalet yoksa zulüm vardır / 21.06.2022
- Polemikten beslenen siyaset / 09.05.2022
- Haydar Baş ve Aşk / 14.04.2022
- AK-YÜZBİM / 12.04.2022
- Cem Yılmaz ve Cilalı Güldürü Devri / 29.08.2022
- Bırakın beni milleti uyandırın / 24.08.2022
- Aramıza katılmanızı bekliyoruz / 16.08.2022
- Suriye’nin kuzeyi mi, Büyük İsrail’in kilidi mi? / 01.08.2022
- 15 Temmuz ve alınmayan dersler / 19.07.2022
- Adalet yoksa zulüm vardır / 21.06.2022
- Polemikten beslenen siyaset / 09.05.2022
- Haydar Baş ve Aşk / 14.04.2022
- AK-YÜZBİM / 12.04.2022