Nisan 2010'da, 'Beyazıt Meydanı neden boş' başlıklı bir yazı yazmıştım. Aradan 6 yıl geçti ve bu meydan artık yalnızlığı, boşluğu hazmedemiyor. Daha doğrusu aldatılmışlığı kabul edemiyor.
Nasıl kabul etsin ki! 2 binli yıllara kadar her Cuma namazı çıkışı birileri toplanır, din, iman edebiyatı ardından sloganlar, tekbirler eşliğinde çok inandırıcı gösteriler yapardı. Özellikle 87'li yıllardan 2000'li yılların başına kadar dinci güruhun gösterileri çok gerçekçi (!) ve etkileyiciydi (!).
Tabi bu gösterilerin iki yönü vardı; biri iç siyasete yönelik, diğeri dünyaya. İç siyasette hedef iktidarlar ve Erbakan hariç tüm muhalefet, dünya ölçeğinde ise başta İsrail ve ABD.
İç siyasette kullandıkları en değerli malzeme başörtüsüydü. Bu başörtüsü (gerçi günümüzde sadece saç örtüsü haline geldi) o kadar değerli bir siyasi malzeme oldu ki, bugün bile yeni anayasanın alt yapısını oluşturmak için ekranlardan profesörlerce örnek olarak veriliyor.
Dış siyasette ise hedef ABD, İsrail dedik. Tabi AB'yi de unutmamak lazım. "Dünyadaki zulmün kaynağı ABD idi. Filistinlileri, İslam Dünyasının gözüne baka baka katleden, Mescid-i Aksa'ya zulmeden ise İsrail'di. Müslüman olan bunu kabul edemezdi.
Avrupa Birliği ise Hıristiyan kulübü veya domuz çiftliğiydi. Kesinlikle bu birliğe girilmemeliydi. Girmek isteyenlere, ABD ve İsrail ile dost olanlara, iş birliği yapanlara ise çoktan mühürler vurulmuştu.
İşte bu çerçevede her hafta gerçekleşen gösterilere Beyazıt Meydanı'ndaki parkeler, o tarih kokan yapılar inanmıştı. Hatta güvercinler bile inanmış olacak ki, kimsenin üzerine pislemiyorlardı.
2 binli yıllarla birlikte o taş parkeler, o güvercinler aldatıldıklarını anladılar. Çünkü artık kahrolsun AB, kahrolsun ABD, kahrolsun İsrail. Tekbiiiir Allah-u Ekber? Nidalarını duymuyorlardı.
Yıllar geçti. O taş parkelerin, güvercinlerin gördükleri, anladıkları gerçeği ne o camide namaz kılan yüz binlerce kişi ve ne de ülkemizdeki milyonlar gördü ve anlayabildi!
Oysa zulüm, bir idiyse bin oldu. Sömürü, bin idiyse milyon oldu. Kan, göl idiyse deniz oldu. Ve hepsi burnumuzun dibinde, bizim destek ve onaylarımız ile oldu.
* * *
Aslında bu gerçeği herkes gördü. Anlamamaları için sihirli bir kelime piyasaya sürülmüştü; Konjonktür.
Evet, dünün göstericilerine ve bunları destekleyenlere, 14 yıllık ABD, İsrail ve AB siyasetinin vahim tablosunun anlattığımızda aldığımız cevap; Konjonktür gereği bu siyaset izlendi, şeklinde oldu ve oluyor.
Ne demek bu konjonktür gereği? Sözlükte birçok tanımı var. Ama 14 yıllık tanımını ben şöyle yapayım; "Durum ve şartlara göre en kutsal değerlerinden bile taviz vererek pozisyon almak."
Bugünlerde durum ve şartlar 180 derece değişti gibi gösteriliyor. Mesela ABD! Bizim düşman ilan ettiklerimizi, dost ilan ediyor. Bizim, terör örgütüdür, dediklerimize sahip çıkıyor, besliyor. Bizim vatan haini dediğimiz kişi ve yapıyı besliyor, sahip çıkıyor. İşte Musul, işte Suriye, işte Pensilvanya.
Stratejik ortak ve müttefikimiz olan ABD, bizi hem arkadan vurdu, hem de alenen sattı. Artı Irak başbakanını üzerimize saldı.
Diğer taraftan her gün birçok noktada askerimize pusular kuran, askerlerimizi katleden PKK'nın, girdiğimiz inlerinde yeni nesil ABD ve NATO silahları ele geçiriliyor.
Bu gerçekleri sen de, ben de, konjonktürcüler de görüyor ve izliyoruz. Artı Cumhurbaşkanı Erdoğan her fırsatta ABD'ye de celalleniyor.
O halde Beyazıt Meydanı neden hala boş? Neden dünkü gibi ABD bayrağı yakılmıyor? Neden ABD dostları kınanmıyor?
Yoksa dün oyun mu oynanıyordu bu meydanda? Yoksa Beyazıt Meydanı da mı aldatıldı?
Nasıl kabul etsin ki! 2 binli yıllara kadar her Cuma namazı çıkışı birileri toplanır, din, iman edebiyatı ardından sloganlar, tekbirler eşliğinde çok inandırıcı gösteriler yapardı. Özellikle 87'li yıllardan 2000'li yılların başına kadar dinci güruhun gösterileri çok gerçekçi (!) ve etkileyiciydi (!).
Tabi bu gösterilerin iki yönü vardı; biri iç siyasete yönelik, diğeri dünyaya. İç siyasette hedef iktidarlar ve Erbakan hariç tüm muhalefet, dünya ölçeğinde ise başta İsrail ve ABD.
İç siyasette kullandıkları en değerli malzeme başörtüsüydü. Bu başörtüsü (gerçi günümüzde sadece saç örtüsü haline geldi) o kadar değerli bir siyasi malzeme oldu ki, bugün bile yeni anayasanın alt yapısını oluşturmak için ekranlardan profesörlerce örnek olarak veriliyor.
Dış siyasette ise hedef ABD, İsrail dedik. Tabi AB'yi de unutmamak lazım. "Dünyadaki zulmün kaynağı ABD idi. Filistinlileri, İslam Dünyasının gözüne baka baka katleden, Mescid-i Aksa'ya zulmeden ise İsrail'di. Müslüman olan bunu kabul edemezdi.
Avrupa Birliği ise Hıristiyan kulübü veya domuz çiftliğiydi. Kesinlikle bu birliğe girilmemeliydi. Girmek isteyenlere, ABD ve İsrail ile dost olanlara, iş birliği yapanlara ise çoktan mühürler vurulmuştu.
İşte bu çerçevede her hafta gerçekleşen gösterilere Beyazıt Meydanı'ndaki parkeler, o tarih kokan yapılar inanmıştı. Hatta güvercinler bile inanmış olacak ki, kimsenin üzerine pislemiyorlardı.
2 binli yıllarla birlikte o taş parkeler, o güvercinler aldatıldıklarını anladılar. Çünkü artık kahrolsun AB, kahrolsun ABD, kahrolsun İsrail. Tekbiiiir Allah-u Ekber? Nidalarını duymuyorlardı.
Yıllar geçti. O taş parkelerin, güvercinlerin gördükleri, anladıkları gerçeği ne o camide namaz kılan yüz binlerce kişi ve ne de ülkemizdeki milyonlar gördü ve anlayabildi!
Oysa zulüm, bir idiyse bin oldu. Sömürü, bin idiyse milyon oldu. Kan, göl idiyse deniz oldu. Ve hepsi burnumuzun dibinde, bizim destek ve onaylarımız ile oldu.
* * *
Aslında bu gerçeği herkes gördü. Anlamamaları için sihirli bir kelime piyasaya sürülmüştü; Konjonktür.
Evet, dünün göstericilerine ve bunları destekleyenlere, 14 yıllık ABD, İsrail ve AB siyasetinin vahim tablosunun anlattığımızda aldığımız cevap; Konjonktür gereği bu siyaset izlendi, şeklinde oldu ve oluyor.
Ne demek bu konjonktür gereği? Sözlükte birçok tanımı var. Ama 14 yıllık tanımını ben şöyle yapayım; "Durum ve şartlara göre en kutsal değerlerinden bile taviz vererek pozisyon almak."
Bugünlerde durum ve şartlar 180 derece değişti gibi gösteriliyor. Mesela ABD! Bizim düşman ilan ettiklerimizi, dost ilan ediyor. Bizim, terör örgütüdür, dediklerimize sahip çıkıyor, besliyor. Bizim vatan haini dediğimiz kişi ve yapıyı besliyor, sahip çıkıyor. İşte Musul, işte Suriye, işte Pensilvanya.
Stratejik ortak ve müttefikimiz olan ABD, bizi hem arkadan vurdu, hem de alenen sattı. Artı Irak başbakanını üzerimize saldı.
Diğer taraftan her gün birçok noktada askerimize pusular kuran, askerlerimizi katleden PKK'nın, girdiğimiz inlerinde yeni nesil ABD ve NATO silahları ele geçiriliyor.
Bu gerçekleri sen de, ben de, konjonktürcüler de görüyor ve izliyoruz. Artı Cumhurbaşkanı Erdoğan her fırsatta ABD'ye de celalleniyor.
O halde Beyazıt Meydanı neden hala boş? Neden dünkü gibi ABD bayrağı yakılmıyor? Neden ABD dostları kınanmıyor?
Yoksa dün oyun mu oynanıyordu bu meydanda? Yoksa Beyazıt Meydanı da mı aldatıldı?
Akın Aydın / diğer yazıları
- Parası olan kaçırıyor, olmayan kaçıyor / 19.03.2024
- Hüseyin Baş’tan, Ebu Zer duruşu / 18.03.2024
- Ne yereli! Genel seçim bu genel! / 17.03.2024
- Erdoğan ‘bırakıyorum’… ‘Valla bırakmayız’ / 16.03.2024
- Ehli Beyt’e imanımız, Hz Muhammed’e imandır / 15.03.2024
- CHP’nin kimlik arayışı İsmet İnönü ile başladı / 14.03.2024
- Erdoğan’ın dilinde bu sefer ‘kul hakkı’ var / 13.03.2024
- İnsan kıymetini bildiği şeye sahiplenir / 11.03.2024
- Ramazan’da ahir zaman siyasetçilerine ve hocalarına dikkat / 10.03.2024
- Erdoğan’ın korku ve açlıkla terbiye siyaseti / 09.03.2024
- Hüseyin Baş’tan, Ebu Zer duruşu / 18.03.2024
- Ne yereli! Genel seçim bu genel! / 17.03.2024
- Erdoğan ‘bırakıyorum’… ‘Valla bırakmayız’ / 16.03.2024
- Ehli Beyt’e imanımız, Hz Muhammed’e imandır / 15.03.2024
- CHP’nin kimlik arayışı İsmet İnönü ile başladı / 14.03.2024
- Erdoğan’ın dilinde bu sefer ‘kul hakkı’ var / 13.03.2024
- İnsan kıymetini bildiği şeye sahiplenir / 11.03.2024
- Ramazan’da ahir zaman siyasetçilerine ve hocalarına dikkat / 10.03.2024
- Erdoğan’ın korku ve açlıkla terbiye siyaseti / 09.03.2024