O, ümmetin en faziletli bayramıdır
Resûlullah (s.a.a.) buyurdu ki: "Gadir-i Hum günü ümmetimin en faziletli bayramıdır. O gün Allah Teâlâ, kardeşim Ali b. Ebu Tâlib'i benden sonra ümmetimin hidayetçisi olarak tayin etmiştir. O gün, Allah'ın, dini kâmil kıldığı gündür. Allah o gün ümmetime nimetini tamamlamış ve İslam'ın onların dini olmasına razı olmuştur"
24.05.2016 00:00:00
İslam dininde Gadir-i Hum gününün bayram ilan edilişini ve Şia'yla özel bir ilgisi olmasına rağmen bunu Şia'yla sınırlamanın doğru olmadığını ve bu günün bayram kabul edilişinin Resûlullah'ın zamanına kadar uzandığını daha önceki açıklamalarda gördük.
İmam Sâdık (a.s)'a isnat edilerek rivayet edilen bir hadiste, o kendi babaları aracılığıyla Hz. Resûlullah'ın bu bayramı anarak şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Gadir-i Hum günü ümmetimin en faziletli bayramıdır. O gün Allah Teâlâ, kardeşim Ali b. Ebu Tâlib'i benden sonra ümmetimin hidayetçisi olarak tayin etmiştir. O gün, Allah'ın dini kâmil kıldığı gündür. Allah o gün ümmetime nimetini tamamlamış ve İslam'ın onların dini olmasına razı olmuştur."
Yine Hz. Resûlullah (s.a.a), Ebu Said-i Hudri'nin naklettiği hadiste bu güne işaret ederek şöyle buyurmuştur:
"Beni tebrik edin, beni tebrik edin, Allah bana nübüvveti, Ehl-i Beyt'ime de imameti özgü kılmıştır."
Hz. Ali de, Resûlullah'ın (s.a.a) izini takip ederek bu günü bayram olarak kutlamıştır.
Rivayet edildiğine göre Hz. Ali'nin (a.s) hilafet döneminde Gadir-i Hum günüyle cuma günü birbirine denk gelmişti. Hz. Ali, o günde minbere çıkarak daha önce emsali görülmemiş bir hutbe okudu. O hutbeden bugüne ulaşan miktarı şöyledir:
"Bütün hamdler O Allah'a ki, hamd edenine ihtiyacı olmaksızın hamd etmeyi kendi rububiyetine itiraf etme yollarından biri, rahmetinin çoğalması için bir vesile ve O'nun fazlını talep eden için ise bir yol kılmıştır.
Tanıklık ederim ki, tek olup şeriki olmayan Allah'tan gayri bir ma'bud yoktur ve Muhammed de (s.a.a.) O'nun kulu ve resûlüdür. Bilerek onu diğer ümmetlere öncü kılmıştır. Kendi tarafından emredici ve nehyedici olarak onu peygamberler arasından seçti. Vermekte onu kendi yerinde oturtmuştur. Çünkü Allah'ı gözler, fikirler kuşatamaz ve sır âleminde derin düşünceler O'nu temsil edemez. O'ndan gayri bir ilah yoktur. O, mülk ve kudret sahibidir. Resûlullah'ın peygamberliğini itiraf etmeyi kendi ilahlığını itiraf etmekle beraber kılmıştır. Onu öyle bir keramete layık kılmıştır ki, yaratıklarından hiçbiri ona ulaşamaz. Bu liyakate ve dostluğa ehil olan yalnızca odur. Çünkü değişmekle lekelenecek olan ve zan üzere hareket eden kimse, kesinlikle yakınlık ve dostluk makamına erişemez. Saygınlığın artması ve dua edenin duasının icabete erişmesi için ona salat etmeye emredildik. Öyleyse Allah'ın salat ve rahmeti onun üzerine olsun ve Allah onu, kimsenin ulaşamayacağı ve sona ermeyeceği şekilde, mükerrem, müşerref ve azametli kılsın.
Allah Teâlâ, Peygamberinden sonra da kullarının içinden bir grubu kendi sırrı için seçti. Onları kendi eğitimiyle yüceltti ve onları da Resûlünün rütbesinde karar kıldı. Onları da asırdan asra, zamandan zamana hak üzere kendine ve kendi yoluna hidayet edip davet edenlerden kıldı. Onları ezelde nurlar olarak yarattı, kendi hamdıyla konuşturdu, kendi ta'ziminin şükrünü onlara ilham etti. Onları rububiyyet ve ubudiyet egemenliğine itiraf eden herkes için hüccetler ve yaratıklarına şahitler kıldı. Onlara istediği miktarda velayet yetkisi verdi ve onları, meşiyyetinin tercümanları; iradesinin dilleri kıldı.
Onlar öyle kullardırlar ki, O'nun sözünden öne geçmezler. Allah onların geleceklerini de bilir, geçmişlerini de. Onlar ancak Allah'ın razı olduğu kimseye şefaat ederler, kendileri de O'nun haşyetinden korkarlar. O'nun hükmüyle hükmederler, O'nun sünnetine göre davranırlar, O'nun sırlarına uyarlar ve O'nun farzlarını yerine getirirler.
Allah Teâlâ halkı sağır, kör ve dilsiz olarak kendi başlarına bırakmamıştır, aksine onlara akıl vermiştir; akıl, onların şahit olacak organlarına karışmış ve bölünüp her parçasına dağılmıştır. Aklı, onların ruhlarında gerçekleştirmiş, duyu organlarını da aklın emri altına almıştır. Onu, kulak, göz, düşünce ve hayal arasında yerleştirmiş, onunla insanlara hüccetini tamamlamış, kendi yolunu insanlara göstermiş ve onları, fasih bir dille konuşturmuştur." (Allame Emini, el-Gadir).
İmam Sâdık (a.s)'a isnat edilerek rivayet edilen bir hadiste, o kendi babaları aracılığıyla Hz. Resûlullah'ın bu bayramı anarak şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Gadir-i Hum günü ümmetimin en faziletli bayramıdır. O gün Allah Teâlâ, kardeşim Ali b. Ebu Tâlib'i benden sonra ümmetimin hidayetçisi olarak tayin etmiştir. O gün, Allah'ın dini kâmil kıldığı gündür. Allah o gün ümmetime nimetini tamamlamış ve İslam'ın onların dini olmasına razı olmuştur."
Yine Hz. Resûlullah (s.a.a), Ebu Said-i Hudri'nin naklettiği hadiste bu güne işaret ederek şöyle buyurmuştur:
"Beni tebrik edin, beni tebrik edin, Allah bana nübüvveti, Ehl-i Beyt'ime de imameti özgü kılmıştır."
Hz. Ali de, Resûlullah'ın (s.a.a) izini takip ederek bu günü bayram olarak kutlamıştır.
Rivayet edildiğine göre Hz. Ali'nin (a.s) hilafet döneminde Gadir-i Hum günüyle cuma günü birbirine denk gelmişti. Hz. Ali, o günde minbere çıkarak daha önce emsali görülmemiş bir hutbe okudu. O hutbeden bugüne ulaşan miktarı şöyledir:
"Bütün hamdler O Allah'a ki, hamd edenine ihtiyacı olmaksızın hamd etmeyi kendi rububiyetine itiraf etme yollarından biri, rahmetinin çoğalması için bir vesile ve O'nun fazlını talep eden için ise bir yol kılmıştır.
Tanıklık ederim ki, tek olup şeriki olmayan Allah'tan gayri bir ma'bud yoktur ve Muhammed de (s.a.a.) O'nun kulu ve resûlüdür. Bilerek onu diğer ümmetlere öncü kılmıştır. Kendi tarafından emredici ve nehyedici olarak onu peygamberler arasından seçti. Vermekte onu kendi yerinde oturtmuştur. Çünkü Allah'ı gözler, fikirler kuşatamaz ve sır âleminde derin düşünceler O'nu temsil edemez. O'ndan gayri bir ilah yoktur. O, mülk ve kudret sahibidir. Resûlullah'ın peygamberliğini itiraf etmeyi kendi ilahlığını itiraf etmekle beraber kılmıştır. Onu öyle bir keramete layık kılmıştır ki, yaratıklarından hiçbiri ona ulaşamaz. Bu liyakate ve dostluğa ehil olan yalnızca odur. Çünkü değişmekle lekelenecek olan ve zan üzere hareket eden kimse, kesinlikle yakınlık ve dostluk makamına erişemez. Saygınlığın artması ve dua edenin duasının icabete erişmesi için ona salat etmeye emredildik. Öyleyse Allah'ın salat ve rahmeti onun üzerine olsun ve Allah onu, kimsenin ulaşamayacağı ve sona ermeyeceği şekilde, mükerrem, müşerref ve azametli kılsın.
Allah Teâlâ, Peygamberinden sonra da kullarının içinden bir grubu kendi sırrı için seçti. Onları kendi eğitimiyle yüceltti ve onları da Resûlünün rütbesinde karar kıldı. Onları da asırdan asra, zamandan zamana hak üzere kendine ve kendi yoluna hidayet edip davet edenlerden kıldı. Onları ezelde nurlar olarak yarattı, kendi hamdıyla konuşturdu, kendi ta'ziminin şükrünü onlara ilham etti. Onları rububiyyet ve ubudiyet egemenliğine itiraf eden herkes için hüccetler ve yaratıklarına şahitler kıldı. Onlara istediği miktarda velayet yetkisi verdi ve onları, meşiyyetinin tercümanları; iradesinin dilleri kıldı.
Onlar öyle kullardırlar ki, O'nun sözünden öne geçmezler. Allah onların geleceklerini de bilir, geçmişlerini de. Onlar ancak Allah'ın razı olduğu kimseye şefaat ederler, kendileri de O'nun haşyetinden korkarlar. O'nun hükmüyle hükmederler, O'nun sünnetine göre davranırlar, O'nun sırlarına uyarlar ve O'nun farzlarını yerine getirirler.
Allah Teâlâ halkı sağır, kör ve dilsiz olarak kendi başlarına bırakmamıştır, aksine onlara akıl vermiştir; akıl, onların şahit olacak organlarına karışmış ve bölünüp her parçasına dağılmıştır. Aklı, onların ruhlarında gerçekleştirmiş, duyu organlarını da aklın emri altına almıştır. Onu, kulak, göz, düşünce ve hayal arasında yerleştirmiş, onunla insanlara hüccetini tamamlamış, kendi yolunu insanlara göstermiş ve onları, fasih bir dille konuşturmuştur." (Allame Emini, el-Gadir).