Onun yalnızlığı ne mübarektir!
Bir sefer esnasında çöl şartları gereği İslam ordusundan geri kalan, sonra bulduğu suyu Resûlullah'a yetiştirmek için fedakârca yol alan Hz. Ebuzer'i gören Resûl-i Ekrem şöyle buyurdu: "Allah-u Teâlâ Ebuzer'i bağışlasın. O yalnız yaşıyor; yalnız ölecek ve mahşer günü de yalnız kalkacaktır"
20.03.2016 00:00:00
Hicret'in 9. yılının Recep ayıydı. Resûlullah (s.a.a) Müslümanlara, İslam sınırlarına tecavüz eden ve İslam'ı yok etmek isteyen Rumlarla savaşmak için hazırlanmalarını emretti. Müslümanlardan bazıları çeşitli bahanelerle savaşa katılmaktan çekindiler. Resûlullah (s.a.a) ve Hz. Ebuzer Medine'den hareket ettiler. İslam ordusu ilerledikçe, sıkıntılar da artıyordu. Birisi ordudan geri kaldığında Müslümanlar Resûlullah'a bunu haber veriyor, Allah Resulü de şöyle buyuruyordu: "Bırakın onu; eğer onda bir hayır olursa, Allah çok geçmeden onu size ulaştırır. Eğer onda bir hayır yoksa Allah sizi ondan kurtarmıştır."
Bir ara ordunun arkasından bakanlar Hz. Ebuzer'i de görmediler ve şöyle söylenmeye başladılar: "Ebuzer-i Gıfâri de geri kaldı. Galiba geri dönmek niyetinde." Resûlullah'a gelerek durumu haber verince Allah Resulü sözünü tekrarladı: "Bırakın onu; eğer onda bir hayır olursa, Allah çok geçmeden onu size ulaştırır. Eğer onda bir hayır yoksa Allah sizi ondan kurtarmıştır."
Ebuzer'in zayıf ve yaşlı devesi, güçlükle yürüyebiliyordu. O başkalarından geri kalmamak istiyordu ama bu mümkün olmuyordu. Ve bilahare deve artık tamamıyla durmuş, hareket edemiyordu. Ebuzer her ne pahasına olursa olsun deveyi yerinden kaldırmaya ve yürütmeğe çalıştıysa da buna muvaffak olamadı. Çabalarının faydasız olduğunu görünce, mecburen deveden indi ve yükünü omuzlarına alarak yola düştü. Ordu epeyce uzaklaşmıştı. Ebuzer hızlı adımlarla ilerlemeğe çalışıyordu ama başaramıyordu; yorgundu; susuzluk ve sıcaktan bitkin düşmüştü. Omuzundaki ağır yükü de bir başka problemdi. Zaman geçtikçe Ebuzer ile ordu arasındaki mesafe de açılıyordu. Bir süre sonra ordu artık görünmez oldu. Çevresine bakındı; epey ötede bir dağ ve dağın üzerinde birkaç parça siyah bulut vardı. Ebuzer dağa ulaşıp bulutların gölgesinde biraz dinlenmek için ve belki orada biraz su da bulma ümidiyle oraya doğru hareket etti. Dağa vardığında yerin yaş olduğunu gördü. Biraz önce yağmur yağmıştı. Biraz su bulabilmek için gezinmeye başladı; ancak görünürlerde su diye bir şey yoktu. Tan umudunu kesmek üzereydi ki, büyük bir taşın üzerindeki çukurlukta, yağmur suyunun biriktiğini gördü. Su çok temiz ve berraktı.
Ebuzer yere diz çöktü ve bir avuç su içti. Her iki avucuyla bir daha içmek istedi fakat bir anda Resûlullah'ı (s.a.a) ve İslam ordusunu düşündü. Kendi kendine söylenmeye başladı: "Otuz bin Müslüman benim gibi susuzdur. Resûlullah da kesin susuzdur ve içmeye su bulamıyordur. Hayır, ben bu suyu içmeyeceğim ve Peygamber'e götüreceğim. O içmediği müddetçe ben de bu sudan içmeyeceğim."
Ebuzer vakit kaybetmeksizin yanındaki su kabını doldurarak yola koyuldu. Güneş batmak üzereydi. Ebuzer, artık orduya ulaşamıyacağını sandığı bir sırada, uzakta bir karartı gözüktü gözüne. Adımlarını sıklaştırdı; epeyce ilerledikten sonra o karartının İslam ordusu olduğunu fark etti. Ordudan da bazıları uzaktan bir karartının kendilerine doğru ilerlediğini fark etmişti. Bunu görenlerden biri Resûlullah'ın yanına koşarak, "Ya Resûlallah, orduya doğru bir karartı gelmektedir; yaya birisi olsa gerek" dedi.
Allah Resulü (s.a.a) karartıya biraz baktıktan sonra, "Bu gelen Ebuzer olsa, ne iyi olur!" buyurdu.
Biraz sonra Resûlullah'ın yanındaki birisi sevinçle haykırdı: "Allah'a and olsun ki tâ kendisidir; Ebuzer'dir bu!"
Resul-i Ekrem (s.a.a) gelenin Ebuzer olduğunu görünce şöyle buyurdu: "Allah-u Teâlâ Ebuzer'i bağışlasın. O yalnız yaşıyor; yalnız ölecek ve mahşer günü de yalnız kalkacaktır!"
Ebuzer Resûlullah'ı görünce bütün yorgunluk ve susuzluğunu unutmuştu; koşar adımlarla ilerlemeye başladı; Allah Resulü'ne ulaştığı sırada susuzluk ve bitkinlikten bayılıp yere yığıldı. Resul-i Ekrem (s.a.a) onun üzerindeki yükü açarak bir kenara bıraktı. Ebuzer'in susuzluktan dudaklarının çatladığını görünce, etrafındakilerden su getirmelerini istedi.
Ebuzer güçlükle gözlerini açarak, çok ince ve zayıf bir sesle "Kendi su kabımda su var ya Resûlallah" dedi!
Resûlullah hayretle sordu: "Peki suyun vardı da neden içmedin?"
Ebuzer güçlükle konuşmaya başladı: "Anam babam sana feda olsun; yolda gelirken biraz su buldum. Sizin de susuz olabileceğinizi düşünerek, onu içmeyip size getirdim. Siz içtikten sonra ben de içerim diye düşündüm!"
Bir ara ordunun arkasından bakanlar Hz. Ebuzer'i de görmediler ve şöyle söylenmeye başladılar: "Ebuzer-i Gıfâri de geri kaldı. Galiba geri dönmek niyetinde." Resûlullah'a gelerek durumu haber verince Allah Resulü sözünü tekrarladı: "Bırakın onu; eğer onda bir hayır olursa, Allah çok geçmeden onu size ulaştırır. Eğer onda bir hayır yoksa Allah sizi ondan kurtarmıştır."
Ebuzer'in zayıf ve yaşlı devesi, güçlükle yürüyebiliyordu. O başkalarından geri kalmamak istiyordu ama bu mümkün olmuyordu. Ve bilahare deve artık tamamıyla durmuş, hareket edemiyordu. Ebuzer her ne pahasına olursa olsun deveyi yerinden kaldırmaya ve yürütmeğe çalıştıysa da buna muvaffak olamadı. Çabalarının faydasız olduğunu görünce, mecburen deveden indi ve yükünü omuzlarına alarak yola düştü. Ordu epeyce uzaklaşmıştı. Ebuzer hızlı adımlarla ilerlemeğe çalışıyordu ama başaramıyordu; yorgundu; susuzluk ve sıcaktan bitkin düşmüştü. Omuzundaki ağır yükü de bir başka problemdi. Zaman geçtikçe Ebuzer ile ordu arasındaki mesafe de açılıyordu. Bir süre sonra ordu artık görünmez oldu. Çevresine bakındı; epey ötede bir dağ ve dağın üzerinde birkaç parça siyah bulut vardı. Ebuzer dağa ulaşıp bulutların gölgesinde biraz dinlenmek için ve belki orada biraz su da bulma ümidiyle oraya doğru hareket etti. Dağa vardığında yerin yaş olduğunu gördü. Biraz önce yağmur yağmıştı. Biraz su bulabilmek için gezinmeye başladı; ancak görünürlerde su diye bir şey yoktu. Tan umudunu kesmek üzereydi ki, büyük bir taşın üzerindeki çukurlukta, yağmur suyunun biriktiğini gördü. Su çok temiz ve berraktı.
Ebuzer yere diz çöktü ve bir avuç su içti. Her iki avucuyla bir daha içmek istedi fakat bir anda Resûlullah'ı (s.a.a) ve İslam ordusunu düşündü. Kendi kendine söylenmeye başladı: "Otuz bin Müslüman benim gibi susuzdur. Resûlullah da kesin susuzdur ve içmeye su bulamıyordur. Hayır, ben bu suyu içmeyeceğim ve Peygamber'e götüreceğim. O içmediği müddetçe ben de bu sudan içmeyeceğim."
Ebuzer vakit kaybetmeksizin yanındaki su kabını doldurarak yola koyuldu. Güneş batmak üzereydi. Ebuzer, artık orduya ulaşamıyacağını sandığı bir sırada, uzakta bir karartı gözüktü gözüne. Adımlarını sıklaştırdı; epeyce ilerledikten sonra o karartının İslam ordusu olduğunu fark etti. Ordudan da bazıları uzaktan bir karartının kendilerine doğru ilerlediğini fark etmişti. Bunu görenlerden biri Resûlullah'ın yanına koşarak, "Ya Resûlallah, orduya doğru bir karartı gelmektedir; yaya birisi olsa gerek" dedi.
Allah Resulü (s.a.a) karartıya biraz baktıktan sonra, "Bu gelen Ebuzer olsa, ne iyi olur!" buyurdu.
Biraz sonra Resûlullah'ın yanındaki birisi sevinçle haykırdı: "Allah'a and olsun ki tâ kendisidir; Ebuzer'dir bu!"
Resul-i Ekrem (s.a.a) gelenin Ebuzer olduğunu görünce şöyle buyurdu: "Allah-u Teâlâ Ebuzer'i bağışlasın. O yalnız yaşıyor; yalnız ölecek ve mahşer günü de yalnız kalkacaktır!"
Ebuzer Resûlullah'ı görünce bütün yorgunluk ve susuzluğunu unutmuştu; koşar adımlarla ilerlemeye başladı; Allah Resulü'ne ulaştığı sırada susuzluk ve bitkinlikten bayılıp yere yığıldı. Resul-i Ekrem (s.a.a) onun üzerindeki yükü açarak bir kenara bıraktı. Ebuzer'in susuzluktan dudaklarının çatladığını görünce, etrafındakilerden su getirmelerini istedi.
Ebuzer güçlükle gözlerini açarak, çok ince ve zayıf bir sesle "Kendi su kabımda su var ya Resûlallah" dedi!
Resûlullah hayretle sordu: "Peki suyun vardı da neden içmedin?"
Ebuzer güçlükle konuşmaya başladı: "Anam babam sana feda olsun; yolda gelirken biraz su buldum. Sizin de susuz olabileceğinizi düşünerek, onu içmeyip size getirdim. Siz içtikten sonra ben de içerim diye düşündüm!"