Daha dün 8 Mart Dünya Kadınlar Günü iken yazının başlığı tuhaf gelebilir size? Hele hele şiddetin kadına karşı yoğunlaştığı şu günlerde.
Kadınlar ve çocuklar ev içinde şiddet görüyor. Bu durumda da çeşitli şekillerde mücadele etmeye çalışıyor. Ailesine, polise, savcıya, mahkemeye gidiyorlar. Boşanmak istiyorlar ama bunun için de şiddet görüyorlar. Sonuçta da eşlerini öldürebiliyor ve mahkemede de dertlerini anlatamıyorlar.
Türkiye'de kadınlar eşlerinden, eski eşlerinden, birlikte yaşadıkları kişilerden, nişanlılarından, akrabalarından şiddet görmekte ve onlar tarafından öldürülmektedir.
Böyle olunca da genellikle eşleri, eski eşleri, akrabaları tarafından öldürülen kadınlara odaklanılmaktadır. Biz burada kadına yönelik şiddetin bir diğer boyutuna, kadına yönelik şiddet ve eşlerini öldüren kadınlar arasındaki ilişkiye dikkat çekmek istiyoruz. Yani kadının mağdur ve fail konumundaki ilişkisini yoklamak?
Kadınların erkeklere göre daha az suç işledikleri bilinen bir gerçektir. Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü'nün 28.02.2015 verilerine göre erkek hükümlü sayısı 136 bin 289 iken kadın hükümlü sayısı 5 bin 2'dir.
02.03.2015 verilerine göre, kadın hükümlülerin bin 286'sı bekâr, 2 bin 75'i evli, bin 102'si boşanmış, 449'u duldur.
2013 verilerine göre kadınların işledikleri suçların oranlarına baktığımızda ilk sırayı bin 467'yle hırsızlık, daha sonra sırasıyla İcra İflas Kanunu'na muhalefet (665), yaralama (638), uyuşturucu ticareti (328), sahtecilik (212), hakaret (161), öldürme (152) yer almaktadır. Öldürme suçu 7. sıradadır. Öldürme ve yaralama suçlarının toplamı 790'dır.
Eşlerini öldüren kadınların mahkemelerdeki suskunluğu dikkat çekicidir. Kadınlar gördükleri fiziksel şiddeti anlatabilse de cinsel şiddeti duruşma salonunda anlatamıyor.
Tartışılması gereken bir başka konu da, uzun yıllar şiddete maruz kalan kadınların, karşılaştıkları şiddetten ötürü eşlerini öldürmeleri durumunda tipik bir cinayet suçundan yargılanmalarıdır.
Oysa;
Amerika'da geliştirilen "şiddete uğramış kadın sendromu" doktrini çerçevesinde, eşlerini öldüren kadınların eylemi meşru müdafaa kapsamında görülmektedir.
Bu tür cinayetlerin meşru müdafaa olarak kabulü sakıncalıdır. Ancak şiddet gören kadının gerçekten meşru müdafaa sonucu bu suçu işleyip işlemediği yargılama sürecinde etraflıca tahkik edilmelidir.
Kadının boşanmaması veya boşanamaması nedeniyle şiddet görmeye devam etmesi halinde, sığınma evlerine başvurduğu durumlarda da sosyal politikaların yetersizliğinden kaynaklanan sorunlarla karşılaşıyoruz.
Tüm bunların çözümü sosyal devletin gerektirdikleri çerçevede ele alınmalı ve aile kurumunun kutsallığına layık olduğu değer verilmelidir.
Kadınlar ve çocuklar ev içinde şiddet görüyor. Bu durumda da çeşitli şekillerde mücadele etmeye çalışıyor. Ailesine, polise, savcıya, mahkemeye gidiyorlar. Boşanmak istiyorlar ama bunun için de şiddet görüyorlar. Sonuçta da eşlerini öldürebiliyor ve mahkemede de dertlerini anlatamıyorlar.
Türkiye'de kadınlar eşlerinden, eski eşlerinden, birlikte yaşadıkları kişilerden, nişanlılarından, akrabalarından şiddet görmekte ve onlar tarafından öldürülmektedir.
Böyle olunca da genellikle eşleri, eski eşleri, akrabaları tarafından öldürülen kadınlara odaklanılmaktadır. Biz burada kadına yönelik şiddetin bir diğer boyutuna, kadına yönelik şiddet ve eşlerini öldüren kadınlar arasındaki ilişkiye dikkat çekmek istiyoruz. Yani kadının mağdur ve fail konumundaki ilişkisini yoklamak?
Kadınların erkeklere göre daha az suç işledikleri bilinen bir gerçektir. Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü'nün 28.02.2015 verilerine göre erkek hükümlü sayısı 136 bin 289 iken kadın hükümlü sayısı 5 bin 2'dir.
02.03.2015 verilerine göre, kadın hükümlülerin bin 286'sı bekâr, 2 bin 75'i evli, bin 102'si boşanmış, 449'u duldur.
2013 verilerine göre kadınların işledikleri suçların oranlarına baktığımızda ilk sırayı bin 467'yle hırsızlık, daha sonra sırasıyla İcra İflas Kanunu'na muhalefet (665), yaralama (638), uyuşturucu ticareti (328), sahtecilik (212), hakaret (161), öldürme (152) yer almaktadır. Öldürme suçu 7. sıradadır. Öldürme ve yaralama suçlarının toplamı 790'dır.
Eşlerini öldüren kadınların mahkemelerdeki suskunluğu dikkat çekicidir. Kadınlar gördükleri fiziksel şiddeti anlatabilse de cinsel şiddeti duruşma salonunda anlatamıyor.
Tartışılması gereken bir başka konu da, uzun yıllar şiddete maruz kalan kadınların, karşılaştıkları şiddetten ötürü eşlerini öldürmeleri durumunda tipik bir cinayet suçundan yargılanmalarıdır.
Oysa;
Amerika'da geliştirilen "şiddete uğramış kadın sendromu" doktrini çerçevesinde, eşlerini öldüren kadınların eylemi meşru müdafaa kapsamında görülmektedir.
Bu tür cinayetlerin meşru müdafaa olarak kabulü sakıncalıdır. Ancak şiddet gören kadının gerçekten meşru müdafaa sonucu bu suçu işleyip işlemediği yargılama sürecinde etraflıca tahkik edilmelidir.
Kadının boşanmaması veya boşanamaması nedeniyle şiddet görmeye devam etmesi halinde, sığınma evlerine başvurduğu durumlarda da sosyal politikaların yetersizliğinden kaynaklanan sorunlarla karşılaşıyoruz.
Tüm bunların çözümü sosyal devletin gerektirdikleri çerçevede ele alınmalı ve aile kurumunun kutsallığına layık olduğu değer verilmelidir.
Prof. Dr. Ali Ünal Emiroğlu / diğer yazıları
- Terör / 01.02.2024
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023