Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurulu tarafından açıklanan yıllık raporda mevduat bankalarında bulunan hesaplarla ilgili olarak, 1 trilyon TL'lik miktarın üzerinde bulunan gerçek kişilere ait hesap sayısının, artarak 4451'den 5186'ya çıktığı açıklandı. Trilyonluk hesaplar, tüzel kişilikler de dikkate alındığında 12 bini biraz geçiyor. Yıllık raporda, az sayıdaki bu trilyonluk hesapların, toplam mevduatın yüzde 31'ini oluşturduğu da yer alıyor.12 binin ne kadar küçük bir sayı olduğunu anlatabilmek için, Türkiye'de, bankalardaki hesap sayısının 80 milyondan fazla olduğunu belirtmem sanırım kafi gelecektir. Türkiye'deki gelir dağılımı adaletsizliğini göstermesi açısından bu rapor yeter de artar bile. Fakat konuyu daha iyi anlamamız için, servetlerini İsviçre'de, Lüksemburg'da, kıyı bankalarında saklamayı tercih edenleri de dikkate almamız gerekir. Ayrıca, halk için parasını saklayıp koruyabileceği tek yer bankalar olarak gösterilirken, büyük sermayelerin, sahibi oldukları finans kurumlarında, borsada, paralarını diğer likit varlıklar şeklinde bulundurma imkan ve şanslarının çok daha fazla olduğu gerçeğini de not düşelim. Uluslararası sermayeyle IMF ve Dünya Bankası aracılığıyla ilişkiye geçen her gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkede sıradan bir tablo olan bu durum, dünyadaki kaynakların dağılımının da lokal bir modelidir.Gelirin adil dağıtılamaması, dünyadaki kaynaklara çeşitli kılıflarla el koyup kendi ekonomisine aktaran güçlü devletlerin de en önemli sorunlarından biridir. Nüfuslarının büyük bir kısmı, belli bir gelirle yaşamaya itilen bu ülkelerde, orta sınıf nüfusun yüzde 80'lik bölümünü oluşturduğu için önceden problem çıkmıyordu. Fakat liberal süreç devam ettikçe, bu ülkelerdeki orta direğin alt gelir düzeyine doğru kaydığı, mesela 300 milyona yakın nüfusu olan ABD'de, bırakın fakir yaşamayı, 40 milyon civarında insanın sokaklarda evsiz yaşadığı ve işlerin kötüye gittiğinin saklanamaz boyuta geldiği görüldü.Küresel şirketler, borsa, devlet tahvili, yabancı yatırım borularıyla kaynak transferini kendi lehine gerçekleştirirken, yine o ülkede, efendisinin haklarını koruyup kollayacak, işlerinin taşeronluğunu yapacak, örneğin bir komşu devleti işgal ettiğinde tanklarının, helikopterlerinin, araçlarının benzinini temin edecek, kendi burjuvazisini oluşturmayı da ihmal etmiyor. Bu burjuvazi de, yaşadığı ülkede gelir adaletsizliğine neden olacak faaliyetleri rolü icabı yerine getiriyor.Gelir dağılımı adaletsizliğini, sanki meşru bir iktisadi hayatın kaçınılmaz bir sorunuymuş gibi göstermek için de başka sorunlar bir yanıltmaca aracı olarak kullanılıyor. Olayı açıklayabilmek için, durum tespitini tekrar yapalım. Dünyada , bütün insanlara yetecek kadar kaynak fazlasıyla var. Fakat bu kaynaklar, inancı gereği, yetmeyeceğine inanan birkaç gücün elinde olduğu için, milyarlarca insanın ihtiyaçları için kullanılmak yerine bu güçlerin elinde duruyor. Olması gereken şey, insan olmaktan doğan hak gereği, herkesin kendi ihtiyaçlarını karşılayabileceği kadarını kullanabilmesidir. Burada, istihdam sorununun bir kamuflaj olarak devreye sokulduğunu görüyoruz. "Sen iş bulamıyorsun, öyleyse bir gelir veya kaynak talebinden söz etmen mümkün değildir." İşte bu, liberalizmin, kurtulmak için debelenip durduğu, sonunu hazırlayacak, kendince çözümsüz problemlerin kaynağının aslında nasıl kendisi olduğunun sadece bir örneği. Zira kimse elindeki malın eksilmesine sebep olacak bir bilmeceyi çözmek istemez. Ancak belli bir süre sonra bilmeceyi çözmezse bunun sonu olacağını öğrendiği zamanki çaresizliğini bir düşünün. Aynı açıdan diğer problemlere bakıldığında da, yine aynı açmaz karşımıza çıkacaktır.Milli Ekonomi Modeli tam bu noktada, bütün dünya için bir kurtuluş simidi olmuştur. Modelin çıkış noktasını oluşturan, tüketici kesimin güçlendirilerek düğmeye, alım gücü yerinde bir talep kesimiyle basmayı öngörmesi sonucu, dünyadaki, yiyecek, giyecek v.b. temel ihtiyaçların, modelin sahibi BTP Lideri Prof.Dr.Haydar Baş'ın deyimiyle "kul hakkı" olarak değerlendirilmesi, sadece dünyadaki açlık sorununu çözmekle kalmıyor. Bu sorunlarını çözen iradenin etrafında oluşacak halkalar, dünya siyasetine yön veren merkezlerin, adil, zengin, cömert, güçlü bu yeni otoriteyi kabul etmek zorunda kalmalarının da yolunu açıyor.
KONU / Serdar PEKER
Misafir Kalem (A) / diğer yazıları
- Niçin organik cilt ürünlerini tercih etmeliyiz? / 01.06.2014
- Ali Ekber ARAS / 17.12.2013
- İbretlik ve dramatik bir olay: Yassıçemen Savaşı / 15.10.2012
- Savaşsız işgal ya da kaldırım taşlarını yemek / 12.10.2012
- Gavur Kadı / 21.09.2012
- Doğru söze ne denir? / 14.09.2012
- Süslü cümleler.... / 14.09.2012
- Çözümün önünden çekil! / 07.09.2012
- 2011'de neler olmadı' (Hüsamettin Çalışkan) / 04.01.2012
- Ölçülerden uzaklaşıldı (Harun KAYACI) / 01.01.2012
- Ali Ekber ARAS / 17.12.2013
- İbretlik ve dramatik bir olay: Yassıçemen Savaşı / 15.10.2012
- Savaşsız işgal ya da kaldırım taşlarını yemek / 12.10.2012
- Gavur Kadı / 21.09.2012
- Doğru söze ne denir? / 14.09.2012
- Süslü cümleler.... / 14.09.2012
- Çözümün önünden çekil! / 07.09.2012
- 2011'de neler olmadı' (Hüsamettin Çalışkan) / 04.01.2012
- Ölçülerden uzaklaşıldı (Harun KAYACI) / 01.01.2012