Birisi Başbakan'ın, diğeri Dışişleri Bakanı'nın... Sayın Dışişleri Bakanının cümlesi AB refah getirecek müjdesiymiş.
Öyle ya... Belçika'sıyla zavallı Kongo'yu, Hollanda'sıyla Endonezya'yı, Fransa'sıyla Cezayir, Tunus ve Fas'ı ve Uzakdoğu'yu, İngiltere'siyle dünyanın beş kıtasını kanlı soykırımlarıyla sömüren AB, şimdi birden bire ıslah-ı hal etti ve bir hayırseverler kulübü haline geldi. İlk elde de Sevr'de imha edemediği Türkiye'yi bu sefer ihya etmeye karar verdi. AKP de, milletimizden ümidini kestiği için refah işini ancak AB'nin halledeceğini keşfetti. Şimdi on küsur sene sürecek müzakerelerden sonra eğer, daha dün birbirlerinin gırtlağını kesen bu devletler bizi başlarından binbir sebebten birisiyle savmazlar da içlerine kabul etmeye tenezzül ederlerse, yurdumuza dolarlar, Eurolar, poundlar yağacak, hepimiz gömgök zengin olacağız. Sayın Dışişleri Bakanı'nın müjdesi ne kadar güzel. Nasreddin Hoca'nın alacaklısına, evimin önüne çalılar diktim, gelen geçen koyunların yünleri takılacak onları toplayacağım, bizim hatun onları eğirip örecek ben de pazarda satacağım senin borcunu ödeyeceğim demesi kadar.
O gömleği çıkardıkAlacaklının gülmesi üzerine de peşin parayı duydun ya gülersin değil mi köftehor diye ilâve etmesi kadar güzel... Güzel olmasına güzel de acaba hangisi daha akla yakın, yahut hangisi daha komik. Nasreddin Hoca'nınki mi, Sayın Dışişleri Bakanı'nki mi? Ben kahkahalarımı zaptedemiyorum ama yaya kalan Nasreddin Hocamız için de üzülüyorum. Hele hele o kadar vaad yapıldıktan sonra Kıbrıs'a zırnık verilmediğini hatırlayınca Türkiye'de politika hiç bu kadar seviye kaybetmemişti. İkinci cümle Sayın Başbakan'a ait Buyuruyorlar ki, Aldatan bizden değildir.
Acaba kimi kastediyorlar? Muhalefette iken AB'ye Batı Kulübü diye bol bol hakaret ettikten sonra iktidara gelince tek hedefimiz AB demekten çekinmeyen bir politikacıyı mı? Partisinin seçim bildirgesine, dokunulmazlıkları kaldıracağız vaadini koyduktan sonra üç sene geçmesine rağmen başta kendi dosyası, partisi miletvekillerinin yüzlerce mahkemeye sevk dosyası üzerindeki dokunulmazlık ipoteğini kaldırmamakta direnen bir liderden mi? Yoksa muhalefetteyken demokrasi benim için bir hedef değil bir vasıtadır, gideceğim yere kadar gittikten sonra inerim dedikten sonra iktidara geçince her yersiz ve zararlı tedbirini demokrasi icabı diye savunmaya kalkan ve eski günleri hatırlatılınca da biz o gömleği çıkardık diyen bir zatı mı kastediyorlar anlamadım. Çünkü ben de bu hadîs-i şerife dudaklarımla değil, gönülden inanmaktayım. Elbette aldatan bizden değildir.Şimdi gelelim üçüncü ve asıl cümleye... Asıl cümle bu, çünkü bunu söyleyen Avrupa Parlamentosu Ortak Komisyonu Eş Başkanı Joost Lagendijk'tir. Söylediği ise kendisinden mühim ve vahim çünkü gerçeği tam aksettiriyor, bakınız ne diyor: - Müzakere kelimesi doğru anlaşılmalıdır. AB müzakerelerini ortak bir yol bulma tarzında anlamamak gerektir. Aksine Türkiyenin kendisini Avrupa'ya uydurmak yükümlülüğü olarak anlamak gerektir. Bunun Türk kamuoyuna çok iyi anlatılması şarttır.Ucu açık, yanı kaçık, önü batık neyse ne nihayet bir müzakere diye teselliye bile yer bırakmayacak net ve kesin bir cümle. Karşılıklı müzakere ve pazarlık söz konusu değildir. Türkiye kendisine verilen ödevleri kabul edip yerine getirmekle mükelleftir. Esasen o söylemese bile müzakere protokolü bunu kerratla söylemekte. Önümüzdeki günlerde çok yazacağız galiba.Acaba kim kimi aldatıyor? Ergun Göze / Tercüman
Öyle ya... Belçika'sıyla zavallı Kongo'yu, Hollanda'sıyla Endonezya'yı, Fransa'sıyla Cezayir, Tunus ve Fas'ı ve Uzakdoğu'yu, İngiltere'siyle dünyanın beş kıtasını kanlı soykırımlarıyla sömüren AB, şimdi birden bire ıslah-ı hal etti ve bir hayırseverler kulübü haline geldi. İlk elde de Sevr'de imha edemediği Türkiye'yi bu sefer ihya etmeye karar verdi. AKP de, milletimizden ümidini kestiği için refah işini ancak AB'nin halledeceğini keşfetti. Şimdi on küsur sene sürecek müzakerelerden sonra eğer, daha dün birbirlerinin gırtlağını kesen bu devletler bizi başlarından binbir sebebten birisiyle savmazlar da içlerine kabul etmeye tenezzül ederlerse, yurdumuza dolarlar, Eurolar, poundlar yağacak, hepimiz gömgök zengin olacağız. Sayın Dışişleri Bakanı'nın müjdesi ne kadar güzel. Nasreddin Hoca'nın alacaklısına, evimin önüne çalılar diktim, gelen geçen koyunların yünleri takılacak onları toplayacağım, bizim hatun onları eğirip örecek ben de pazarda satacağım senin borcunu ödeyeceğim demesi kadar.
O gömleği çıkardıkAlacaklının gülmesi üzerine de peşin parayı duydun ya gülersin değil mi köftehor diye ilâve etmesi kadar güzel... Güzel olmasına güzel de acaba hangisi daha akla yakın, yahut hangisi daha komik. Nasreddin Hoca'nınki mi, Sayın Dışişleri Bakanı'nki mi? Ben kahkahalarımı zaptedemiyorum ama yaya kalan Nasreddin Hocamız için de üzülüyorum. Hele hele o kadar vaad yapıldıktan sonra Kıbrıs'a zırnık verilmediğini hatırlayınca Türkiye'de politika hiç bu kadar seviye kaybetmemişti. İkinci cümle Sayın Başbakan'a ait Buyuruyorlar ki, Aldatan bizden değildir.
Acaba kimi kastediyorlar? Muhalefette iken AB'ye Batı Kulübü diye bol bol hakaret ettikten sonra iktidara gelince tek hedefimiz AB demekten çekinmeyen bir politikacıyı mı? Partisinin seçim bildirgesine, dokunulmazlıkları kaldıracağız vaadini koyduktan sonra üç sene geçmesine rağmen başta kendi dosyası, partisi miletvekillerinin yüzlerce mahkemeye sevk dosyası üzerindeki dokunulmazlık ipoteğini kaldırmamakta direnen bir liderden mi? Yoksa muhalefetteyken demokrasi benim için bir hedef değil bir vasıtadır, gideceğim yere kadar gittikten sonra inerim dedikten sonra iktidara geçince her yersiz ve zararlı tedbirini demokrasi icabı diye savunmaya kalkan ve eski günleri hatırlatılınca da biz o gömleği çıkardık diyen bir zatı mı kastediyorlar anlamadım. Çünkü ben de bu hadîs-i şerife dudaklarımla değil, gönülden inanmaktayım. Elbette aldatan bizden değildir.Şimdi gelelim üçüncü ve asıl cümleye... Asıl cümle bu, çünkü bunu söyleyen Avrupa Parlamentosu Ortak Komisyonu Eş Başkanı Joost Lagendijk'tir. Söylediği ise kendisinden mühim ve vahim çünkü gerçeği tam aksettiriyor, bakınız ne diyor: - Müzakere kelimesi doğru anlaşılmalıdır. AB müzakerelerini ortak bir yol bulma tarzında anlamamak gerektir. Aksine Türkiyenin kendisini Avrupa'ya uydurmak yükümlülüğü olarak anlamak gerektir. Bunun Türk kamuoyuna çok iyi anlatılması şarttır.Ucu açık, yanı kaçık, önü batık neyse ne nihayet bir müzakere diye teselliye bile yer bırakmayacak net ve kesin bir cümle. Karşılıklı müzakere ve pazarlık söz konusu değildir. Türkiye kendisine verilen ödevleri kabul edip yerine getirmekle mükelleftir. Esasen o söylemese bile müzakere protokolü bunu kerratla söylemekte. Önümüzdeki günlerde çok yazacağız galiba.Acaba kim kimi aldatıyor? Ergun Göze / Tercüman