Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan'ın partisi AKP'nin gözalıcı seçim zaferinden tüm dünya sevinç duyabilir. Pazar günü yapılan erken seçimde, başında bulunduğu AKP meclisteki mutlak çoğunluğunu korudu ve seçmenler arasındaki desteğini açık biçimde artırdı. Son derece stratejik öneme sahip olan bu ülkede AKP'nin seçim performansı istikrar yönünde bir teminat ve ekonomik modernleşmenin süreceğine, demokratik reformların yeniden ele alınacağına dair umut veriyor. Aşırı milliyetçi sağ da meclise döndü ama çok azınlıkta. Diğer yandan Erdoğan'ın partisinin laik anayasaya yüklendiği yönündeki farazi tehditler karşısında ordunun son karşı çıkışı da seçmenleri ikna edemedi. Elbette, İslamcılar mecliste üçte ikilik çoğunluğu sağlayamadığından, ülkenin bir kez daha erken seçime yol açan cumhurbaşkanlığı seçimi krizine hızla sürüklenmesine yönelik bir risk var. Bu durum ortadaki tabloya gölge düşürüyor. Ancak Erdoğan'ın zaferini de tartışılır kılmıyor. AKP radikal değil Erdoğan'ı 2002'de iktidara getiren ilk zaferden beş yıl sonra, Türkiye kendi yolunu bulduğunu teyit ediyor; toplumun zorla İslamileştirilmesine yönelik korkuların tam aksine, bu ülke bir zamanlar radikalizmden türeyen bir partiyi demokratik sağ gelenek içine sokmayı başardı. Avrupa ve Ortadoğu'nun ortasındaki bu büyük ülke İslam'la demokrasinin uzlaşmaz olmadığını da kanıtlıyor. Arap ülkeleri ve İran bunu örnek alsalar iyi ederler. Peki Avrupa ne yapmalı? Öncelikle, Türkiye gibi sivrilen bir ortak en sonunda dengesini bulmuş göründüğü için sevinebilir. Bu ülke AB açısından son derece önemli; zira bizimle çok sıkı siyasi, kültürel, ticari ilişkilere ve gümrük birliğine sahip. Olağanüstü nitelikteki bu ilişki AB'yle Türkiye'nin güçlerini birleştirmesine imkân tanıyor. Hiçbir şey söz konusu işbirliğinin kopmasından daha tehlikeli olamaz. Bu yüzden Brüksel'deki geçerli doktrini değiştirmek ve Türklere aradaki yakınlığın bütünleşmeye yol açmayabileceğini anlatmak gerekiyor. Türkiye'yi AB üyeliği için kararlı biçimde reformlara devam etmesinin yeterli olduğuna inandırmak, onu bir aşağılamaya uğratma riskini de beraberinde getiriyor. Harcadığı tüm çabalara rağmen üye ülkelerden biri, mesela Fransa, Türkiye'nin AB'ye girişine referandumda 'hayır' derse, böylesi bir ret kaçınılması şart ciddi bir krize yol açacaktır. Şu andan itibaren dümeni hafifçe kırıp, kendimize yeni bir rota belirleyelim: Ayrıcalıklı ortaklık. Bu, ittifak yapmaya karar veren iki dev arasındaki ilişkilerin nasıl olması gerektiğini en iyi ifade eden formül. Başbakan Erdoğan'ın kanıtladığı gibi bizim değerlerimizle uygun bir Türk yolu mevcut. Türkiye'nin yolu AB'yle diyalog kurmaktan besleniyor ve böyle zenginleşiyor ama üyelikten geçmiyor.