Bir koyup 3 almak hesabı
Körfez Savaşı'nı hatırlatmaya bile gerek yok. Bir koyup üç alacaktık! Maalesef 100 milyar doları toprağa gömdük. Hala daha gömüyoruz. Aldıklarımız mı? Sadece ABD'den bir kaç demode silah.
Üstelik, Kuzey Irak'ta ortaya çıkan otorite boşluğunun PKK'yı palazlandırması sonucunda, nice aslan gibi evladımızı kaybettik.
Yine aynı hesap
Ortada şu günlerde sık sık dile getirilen bir 'hipotez' var: Türkiye bu savaştan kar edecek? Bu görüşü ileri süren zevat, gelecek 'kar' konusunda bir tahminde bulunamıyor. Bazısı diyor ki, Türkiye'nin jeopolitik önemi artacak. Biz zaten bu alanda 'birinci' sıradayız. Bunun üstü yok ki. Ancak bu savaş Afganistan'ı aşar, çok zayıf bir ihtimal olsa da Ortadoğu'ya sıçrarsa virane durumdaki ekonomimiz ne hale gelir? O zaman tuzu kuru bu zevat Anya yı da Konya'yı da görür! Sadece onlar değil, hepimiz de görürüz.
Tarihi hatırlatma
Benim sorum şu: "Türkiye'nin Kıbrıs ve Ege sorunları nedeniyle bir numaralı düşmanı olan Yunanistan'dan bir tehdit geldiğinde ABD dahil Batı ülkeleri arasında bizi destekleyen biri olacak mı?" Cevap hazır: Hayır.
Yine tarihe bakalım. Türkiye, Kıbrıs'ta sadece 24 Aralık 1963 gecesi yüzlerce Türk'ü katleden Rumlara haddini bildirmek, 1959 tarihli Garantörlük Anlaşması gereğince oradaki Türklerin hayat haklarını muhafaza altına almak için 1964 yılının ortalarında askeri müdahale kararı alır. Ankara, müdahale kararını 'baş müttefik' diye dönemin ABD Başkanı Johnson'a bildirir. Johnson da Başbakan İsmet İnönü'ye bir mektup yazar ve mealen der ki "Böyle bir şeye kalkışma. Sovyetler Kıbrıs ile yakından ilgilenmektedir. Şayet Ruslar size saldırırlarsa, NATO ülkeleri olarak bizler size yardım edemeyebiliriz." NATO Sözleşmesinde o zamanda meşhur 5. madde (bir NATO ülkesine herhangi bir devlet (Bin Ladin gibi örgüt lideri ya da Taliban gibi tanınmamış bir iktidar değil) tarafından yapılan saldırı tüm NATO ülkelerine yapılmış sayılır) vardı. Üstelik Ruslar o dönemde ABD'nin bir numaralı düşmanıydı.
Bu ültimatom sonrasında Türkiye, askeri müdahaleden vazgeçer.
Ayrıca, 1975-78 yılları arasında ABD'nin yine Kıbrıs nedeniyle Türkiye'ye uyguladığı askeri ambargoyu da unutmayalım.
Gelelim teröre. Türkiye 15 yıl boyunca terörün yol açtığı dehşeti iliklerine kadar
yaşadı.
Kıt kaynaklarımızı terörle mücadeleye ayırdık. PKK gibi bir örgüt, dost ve düşman tarafından dünyanın en savaşçı ordusu olarak kabul edilen Türk Ordusu karşısında nasıl 15 yıl dayanabildi? Hadi lojistik desteği Suriye'den buldular. Ya silah ve para desteğini? Batılı ülkelerden. Apo bile yargılanırken, İngiltere'den destek gördüğünü sakınmadan söyledi.
Öte yandan, Almanya ve Fransa, Türkiye'ye satacağı silahlara "Güney Doğu ve Doğu Anadolu bölgelerinde kullanılamaz çekincesini hep koydu." Bu çekince teröre açık bir destek değil miydi? ABD, Avrupa ülkelerinden bu konuda belki biraz daha masum, ama tümüyle değil. Washington yönetimi de Türkiye'ye sattığı kimi silahlara "benzer bir çekinceyi' koydu. Hala daha AB ülkeleri, Kopenhag Kriterleri bağlamında, ülkemizi kana bulayan terör örgütlerine dolaylı olarak destek veriyorlar, 'kızıl terörü' destekliyorlar.
Ne yapılabilir?
ABD'nin Afganistan'a karşı açacağı savaş, bu ülke ile sınırlı kalması halinde Türkiye'yi pek etkilemez. Pakistan'ı gözdağı ile korkutup, kafa kola alan ABD; bölgeye uzaklık ve İran faktörleri nedeniyle İncirlik Üssü'nü ilk planda kullanma ihtiyacı hissetmeyecektir. Bu savaşın ahlaki boyutu farklı bir konu. Körfez harekatında olduğu gibi yine bir dilim ekmeği bulmakta bile zorluk çeken gariban müslümanların canı yanacak. Öte yandan, Şu anda ABD Dışişleri Bakanı olan, Körfez Savaşı esnasında ABD Genelkurmay Başkanı olan Colin Powell henüz Irak'a yönelik askeri harekat başlamadan önce "Önce Saddam'ın kollarını keseceğiz, ardından da onu öldüreceğiz" demişti. Saddam yerli yerinde. Arı sütünü bile rahatlıkla bulabiliyor. Ama çoğu çocuk 500 bin Iraklı hayata veda etti. Şehit oldu.
Rus Federal Güvenlik Servisi'nin eski şefi Nikolay Kovalyov da Afganistan tecrübesiyle konuşarak, tarihin tekerrür edeceğini belirtiyor ve diyor ki "ABD'nin bin Ladin'i vurma şansı sıfırdır." ABD istismar edeceği 'öcüleri' kolay kolay harcamaz. Çünkü hem Saddam hem de Ladin'in ortak yönleri aynı: Her ikisi de Sam Amca'nın palazlandırdığı işbirlikçilerdi bir zamanlar. Şu anda Bin Ladin belki başkaları adına çalışıyor olabilir. Açık bir şey var ki, eğer 11 Eylül'deki saldırıları o yönlendirmişse, dindaşlarına en büyük kötülüğü yapmıştır. Bugün ABD'de yaşayan 7 milyon müslüman görülmemiş bir tehdit altında bulunuyor. Ama bu saldırılardan en büyük parsayı silah tüccarları ile İsrail'in topladığı da kesin. Sormak gerek: Bin Ladin eğer bu eylemi planlamışsa, neden Filistin'de bir yıldır kan döken İsrail'i değil de, ABD'yi hedef aldı? Neden bin Ladin son 12 aydır tehdit babından bile bir kez İsrail'i eleştirmedi? Saldırıların şifresi belki bu soruların cevabında yatıyor.
Dönelim Türkiye'nin yapabileceklerine. Acelecilik Türkiye gibi bölgesel bir güce yarar değil, zarar getirir. Körfez Savaşı'nda ispatlanmış bir teorem bu. Oysa Almanya ve Fransa, gelişmelere 'soğuk kanlı ve temkinli' yaklaşıyor ve yumuşak ifadelerle hem gönül kazanıyor hem de zaman. Mesela Almanya, operasyona katılıp katılmayacağına önümüzdeki hafta içinde karar verecek. Fransa ise tıpkı Körfez Krizi'nde olduğu gibi yine trene son dakikada atlamayı tercih edecek.
Böyle bir durumda ABD'ye kafa tutmak mantıksızlık. Yalın bir gerçek bu. Kovboylar, bomba yağdıracakları toprak parçası, kanlarını dökecekleri insan arıyorlar. Ama Ankara bu kez, Almanya ve Fransa örneğini izleyerek, 'ince bir diplomatik tavır' peşinde olabilirdi.
Ama diyeceksiniz ki, IMF yoluyla ABD'ye kalın halatla 'bağlı' olan bir hükümet nasıl ince bir diplomatik ayar tutturabilir ki?
ANALİZ: Recep Bahar