Prof. Samuel P. Huntington, ABD'nin en saygın eğitim kurumlarından olan Harvard Üniversitesi'nin elemanlarındandır. Fakat asıl şöhretini, 'Uygarlıklar Çatışması ve Yeni Dünya Düzeni' isimli kitabıyla yapmıştı. Her ne kadar, bu kitaptaki fikirler, birçok saygın kişi tarafından 'faşizan' bulunmuşsa da, yine de her çevrede kendisinden söz ettirdi.Prof. Huntington'un yeni bir kitabı yayımlandı. Adı, 'Biz kimiz? Amerika'nın Ulusal Kimlik Arayışı'. Enteresan bir kitap. Özellikle, ABD'nin bugüne kadarki -ve muhtemelen, bundan sonraki- siyasi yaklaşımlarını anlamayı kolaylaştırıyor. Kitapta önemli olan mesaj, Amerikan kimliğinde, bugüne kadar bilmediğimiz ölçüde 'Din'in önemi ve etkinliği. Bunu anlamak, Başkan Bush'un, bunca yanlışa rağmen, nasıl olup da yeniden seçilebildiğinin en inandırıcı unsuru oluyor.Prof. Huntington, 'Din'in, 'Amerikan Kimliği' üzerindeki etkilerini şöyle açıklıyor: "Amerika'yı ayakta tutan 'Amerikan Ruhu' Anglo-Protestan kültürün ürünüdür. Bu kültürün öğeleri şöyle sıralanır: İngiliz dili, Hıristiyanlık, dinsel bağlılık, hukukun üstünlüğüne, yönetici sorumluluğuna ve bireysel haklara ilişkin İngiliz konseptleri; bireyciliği, iş ahlakını ve insanların yeryüzünde bir cennet yaratacak yetenek ve haklara sahip oldukları inancını içeren Protestan değerleri... Anglo Protestan kültür, üçyüz yıldır Amerikan kimliğinin merkezinde yer aldı. Amerikalıların ortak varlığı oldu ve Amerikalıları diğer halklardan ayıran bir kültürdü... 11 Eylül, ideoloji ve ideolojik çatışma açısından, 20'nci yüzyılın sonunu ve insanların kendilerini öncelikle kültür ve dinle tanımladıkları yeni bir çağın başlangıcını çarpıcı biçimde simgeledi... Usame bin Ladin, Amerika'ya saldıracak birkaç bin kişiyi öldürdüğünde, iki şey daha yapmış oldu. SSCB'nin yarattığı boşluğu, açıkça tehlikeli bir düşmanla doldurdu ve Amerika'nın kimliğini Hıristiyan bir ulus olarak tanımlamış oldu... 20'nci yüzyılın son çeyreğinde, laiklik yönündeki ilerleyiş tersine döndü. Din, neredeyse küresel bir direniş sürecine girdi. 21'inci yüzyıl, bir 'Din Çağı' olarak başlıyor... Bugün ABD'nin gerçek ve potansiyel düşmanları, dinin yönlendirdiği militan İslam ve ideolojik olmaktan bütünüyle uzak, Çin ulusçuluğudur."Bu düşüncelerin ışığında, Amerika'nın 'yeni' ulusal kimliğini de şöyle açıklıyor: "Amerikalı muhafazakarlar, bir 'Amerikan İmparatorluğu' fikrini benimsiyor. Amerika'nın, gücünü kullanarak, dünyayı kendi değerlerine göre biçimlendirmesi olasılığını onaylıyor ve destekliyor... Birçok Amerikalı'nın üstün tuttuğu ulusal kimlik ile Amerikan toplumunda güç, servet ve bilgiyi kontrolünde tutanların öne çıkardığı çok uluslu kimlikler arasında uçurum oluştu... 20'nci yüzyılın sonlarındaki teknolojik gelişme ve küreselleşme, Amerikalı elitlerin ulusallıktan uzaklaşmalarına neden oldu. Uluslararası ekonomi elitlerinin küresel bağları, ulusal bir topluluğa ait olma duygularını erozyona uğratıyor. Çok uluslu ekonomi, küresel bir süper sınıfın yükselişine temel oluşturdu. 'Davos Adamları', 'Altın Yakalı Çalışanlar' ya da 'Kozmokratlar' diye adlandırılan bu sınıf, küresel bağların sağladığı yeni nosyonlarla güç kazandı. Bu sınıf, başarılı ileri teknoloji yatırımcılarının yanı sıra, akademisyenleri, küresel devlet memurlarını ve küresel şirketlerdeki üst düzey yöneticileri kapsıyor... Önemli bir dış tehdidin bulunmaması, güçlü bir ulusal yönetime ve uyumlu, bütünleşmiş bir ulusa duyulan gereksinimi azalttı... Trajik 11 Eylül olayları ise, ulusal kimliği, çarpıcı biçimde tekrar ön plana çıkardı. Amerikalılar, tehdit altında olduklarını hissettikleri sürece, ulusal kimlik duygusunun yükselmesi söz konusu. Tehdidin azaldığını gördüklerinde, diğer kimlikler, yeniden ulusal kimliğe üstün tutulabilir." Bu, hayli enteresan, düşünce yaklaşımları hakkındaki görüşlerimize, ancak, takip eden yazımızda yer verebileceğiz.Kemal Yavuz / Akşam