AB'nin Balkan ülkeleri üyelik için kapıda beklerken 'asimilasyon kapasitesi'ni dördüncü bir Kopenhag kriteri olarak dayatması, genişlemenin Balkanlar'da tıkanacağına işaret ediyor
Siyasi iktidarsızlığını yeni sözcükler ve kavramlar yaratarak gizlemeye çalışan AB'de, bir terim daha türetildi: 'Asimilasyon kapasitesi'. Bu iki sözcük, Avrupa Konseyi'nin Haziran 1993'te Kopenhag'da orta ve doğu Avrupa'ya doğru genişleme üzerine aldığı kararlar arasında dile getirilen bir cümlenin özeti: "Avrupa entegrasyonunu hızla devam ettirirken, birliğin yeni üyeleri asimile etme kapasitesi de göz önünde bulundurulmalıdır." Fransız ve Hollandalıların geçen yılki anayasa referandumlarında verdikleri 'Hayır' cevabının sebeplerinden birini bu koşulun unutulması olarak gören AB yöneticilerine göre, 'asimilasyon kapasitesi'nin bir an evvel gündeme getirilmesi gerekiyor. Bugün demokrasi, pazar ekonomisi ve müktesebatın yanı sıra 'dördüncü Kopenhag kriteri' denilen bu koşulun şimdiki muhatabıysa Balkan ülkeleri. Uluslararası komisyon geçenlerde dayanamayarak Balkanlar konusunda alarm düğmesine bastı. Eski İtalya Başbakanı Giuliano Amato başkanlığındaki grup Roma'da bir açıklama yaparak, Balkan ülkelerinin AB'ye katılımına dair tereddüt ve asabiyetin kaygı verici sonuçları olacağını ve 25 üyenin 2003'te Selanik'te Avrupa Konseyi'nce öne sürülmüş üyelik perspektifine döndüğünü açıkladı, yani adaylar ancak 'mevcut kriterlere uyarlarsa AB'ye tam üye olacak'. Reform isteğinde gerileme yaşanacak Ancak, birkaç hafta önce Salzburg'da toplanan Avrupa dışişleri bakanları, bu koşula bir de 'asimilasyon kapasitesi'ni ekledi. Diğer bir deyişle AB'ye üyelik artık sadece aday ülkelerin çabalarına değil, Avrupalıların keyiflerine de bağlı. Balkan Komisyonu ise şunu söylüyor: "AB, şu anda güvenilir üyelik perspektifleri sunmaya ne hazır, ne de böyle bir şeye karar vermiş durumda." AB böylece değişim yerine statükocu bir tutumu önererek, neredeyse sömürgeci denebilecek bir varlığı devam ettirmeyi göze alıyor. Uluslararası toplum bölgede gerçek anlamda hamilik sistemleri yarattı. Sırf oradaki yeni ve güçsüz ülkeler haritadan silinmesin ve çatışmalar yeniden başlamasın diye bölgeye muazzam boyutlarda insani, askeri ve maddi kaynaklar sevk ediliyor, ama bu destek çabaları sonsuza dek süremez. Zira yerel gözlemcilerin de belirttiği gibi, Balkan halklarının da Avrupa'ya güveni gitgide azalıyor. Avrupa'nın reform dayatıcı etkisi kaybolursa, yerel yöneticilerin cesur kararlar almaktan anında vazgeçeceği de ortada. Bosna'daki üçlü federasyonun merkezi yönetimi güçlendirecek anayasal reformları bir türlü gerçekleştirememesi, AB ortadan kaybolursa neler olabileceğini gösteren son ve talihsiz örneklerden biri. Balkan halklarına ucu bucağı görünmeyen müzakereler yerine AB'ye üyelik için elle tutulur bir hedef sunulmazsa Kosova sorunu nasıl çözülecek, Kosova'nın bağımsızlığı bir yandan Belgrad'a kabul ettirilirken, diğer yandan Arnavutların Sırp azınlığın haklarına saygı duyması nasıl sağlanacak? İhtiyatlı ve şüpheci kesimin 'asimilasyon kapasitesi'ne dair gerekçeleri de dikkate değer. Onlara göre, Avrupa Konseyi'nin 'entegrasyon hızı' dediği şeyi kırmak istemiyorsak, gözümüzü karartıp yeni bir genişleme dalgasına atılmadan önce son genişleme dalgasını 'hazmetmemiz' daha uygun olacak. AB kendi kendine kurduğu tuzaktan kaçmak için 'yeni komşuluk politikası'nı ortaya attı, zira genişlemeyle AB'nin çevresi istikrara kavuşturulurken, içerinin istikrarının bozulduğu görüşü hâkim. Ne var ki bu tuzak geri tepiyor: AB mevcut sınırları dahilinde içeriyi güçlendirmeye çabalarken, Soğuk Savaş'ın sonundan beri başarıyla yürüttüğü fonksiyonundan, yani çevresinde istikrarı teşvik etmekten vazgeçiyor. AB'ye inananlar ise şu anki ödlekliğin, ciddi tehlikelerin habercisi bir tıkanma olduğunu düşünüyor.
Daniel Vernet / Le Monde
Siyasi iktidarsızlığını yeni sözcükler ve kavramlar yaratarak gizlemeye çalışan AB'de, bir terim daha türetildi: 'Asimilasyon kapasitesi'. Bu iki sözcük, Avrupa Konseyi'nin Haziran 1993'te Kopenhag'da orta ve doğu Avrupa'ya doğru genişleme üzerine aldığı kararlar arasında dile getirilen bir cümlenin özeti: "Avrupa entegrasyonunu hızla devam ettirirken, birliğin yeni üyeleri asimile etme kapasitesi de göz önünde bulundurulmalıdır." Fransız ve Hollandalıların geçen yılki anayasa referandumlarında verdikleri 'Hayır' cevabının sebeplerinden birini bu koşulun unutulması olarak gören AB yöneticilerine göre, 'asimilasyon kapasitesi'nin bir an evvel gündeme getirilmesi gerekiyor. Bugün demokrasi, pazar ekonomisi ve müktesebatın yanı sıra 'dördüncü Kopenhag kriteri' denilen bu koşulun şimdiki muhatabıysa Balkan ülkeleri. Uluslararası komisyon geçenlerde dayanamayarak Balkanlar konusunda alarm düğmesine bastı. Eski İtalya Başbakanı Giuliano Amato başkanlığındaki grup Roma'da bir açıklama yaparak, Balkan ülkelerinin AB'ye katılımına dair tereddüt ve asabiyetin kaygı verici sonuçları olacağını ve 25 üyenin 2003'te Selanik'te Avrupa Konseyi'nce öne sürülmüş üyelik perspektifine döndüğünü açıkladı, yani adaylar ancak 'mevcut kriterlere uyarlarsa AB'ye tam üye olacak'. Reform isteğinde gerileme yaşanacak Ancak, birkaç hafta önce Salzburg'da toplanan Avrupa dışişleri bakanları, bu koşula bir de 'asimilasyon kapasitesi'ni ekledi. Diğer bir deyişle AB'ye üyelik artık sadece aday ülkelerin çabalarına değil, Avrupalıların keyiflerine de bağlı. Balkan Komisyonu ise şunu söylüyor: "AB, şu anda güvenilir üyelik perspektifleri sunmaya ne hazır, ne de böyle bir şeye karar vermiş durumda." AB böylece değişim yerine statükocu bir tutumu önererek, neredeyse sömürgeci denebilecek bir varlığı devam ettirmeyi göze alıyor. Uluslararası toplum bölgede gerçek anlamda hamilik sistemleri yarattı. Sırf oradaki yeni ve güçsüz ülkeler haritadan silinmesin ve çatışmalar yeniden başlamasın diye bölgeye muazzam boyutlarda insani, askeri ve maddi kaynaklar sevk ediliyor, ama bu destek çabaları sonsuza dek süremez. Zira yerel gözlemcilerin de belirttiği gibi, Balkan halklarının da Avrupa'ya güveni gitgide azalıyor. Avrupa'nın reform dayatıcı etkisi kaybolursa, yerel yöneticilerin cesur kararlar almaktan anında vazgeçeceği de ortada. Bosna'daki üçlü federasyonun merkezi yönetimi güçlendirecek anayasal reformları bir türlü gerçekleştirememesi, AB ortadan kaybolursa neler olabileceğini gösteren son ve talihsiz örneklerden biri. Balkan halklarına ucu bucağı görünmeyen müzakereler yerine AB'ye üyelik için elle tutulur bir hedef sunulmazsa Kosova sorunu nasıl çözülecek, Kosova'nın bağımsızlığı bir yandan Belgrad'a kabul ettirilirken, diğer yandan Arnavutların Sırp azınlığın haklarına saygı duyması nasıl sağlanacak? İhtiyatlı ve şüpheci kesimin 'asimilasyon kapasitesi'ne dair gerekçeleri de dikkate değer. Onlara göre, Avrupa Konseyi'nin 'entegrasyon hızı' dediği şeyi kırmak istemiyorsak, gözümüzü karartıp yeni bir genişleme dalgasına atılmadan önce son genişleme dalgasını 'hazmetmemiz' daha uygun olacak. AB kendi kendine kurduğu tuzaktan kaçmak için 'yeni komşuluk politikası'nı ortaya attı, zira genişlemeyle AB'nin çevresi istikrara kavuşturulurken, içerinin istikrarının bozulduğu görüşü hâkim. Ne var ki bu tuzak geri tepiyor: AB mevcut sınırları dahilinde içeriyi güçlendirmeye çabalarken, Soğuk Savaş'ın sonundan beri başarıyla yürüttüğü fonksiyonundan, yani çevresinde istikrarı teşvik etmekten vazgeçiyor. AB'ye inananlar ise şu anki ödlekliğin, ciddi tehlikelerin habercisi bir tıkanma olduğunu düşünüyor.
Daniel Vernet / Le Monde