*Misyonerlik emperyalizm aracıdır
Gazeteci-Yazar Metin Aydoğan, Yeni Mesaj'a konuştu. Türkiye'deki misyonerlik faaliyetlerini değerlendiren Aydoğan, "Misyonerlik, din ya da inançla ilgili bir eylem değil, doğrudan ekonomik çıkarla ilişkili bir girişimdir. Misyonerliğe salt din açısından bakıp buna göre önlem almaya kalkılırsa, yanılgıya düşülmüş olunur. Günümüz misyonerliği, sömürgecilikten gelen, temelinde emperyalist amaçların yer aldığı bir olgudur. Bugün, misyonerlikle mücadele etmek demek emperyalizmle mücadele etmek demektir."
*Tarihi mektuptaki gerçekler
Aydoğan, Merzifon Amerikan Misyoner Okulu Direktörü White'in 1918'da Amerika'ya gönderdiği mektubu hatırlattı. Mektupta şunlar yazılıdır : "Hıristiyanlığın en büyük düşmanı Müslümanlıktır. Müslümanların da en güçlüsü Türkler'dir. Buradaki hükümeti devirmek için, Ermeni ve Rum dostlarımıza sahip çıkmalıyız. Hıristiyanlık için Ermeni ve Rum dostlarımız çok kan feda ettiler ve İslam'a karşı mücadelede öldüler. Unutmayalım ki, kutsal görevimiz sona erinceye kadar, daha pek çok kan akıtılacaktır."
Metin AYDO?AN, 1945'de Afyon'da doğdu. İlk ve orta öğrenimini İzmir'de, yüksek öğrenimini Trabzon'da tamamladı.1969'da Karadeniz Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi'ni bitirdi. Yüksek öğrenimi dışında tüm yaşamını İzmir'de geçirdi. Örgütlü toplum olmayı uygarlık koşulu sayan anlayışla , değişik mesleki ve demokratik örgütlere üye oldu, yöneticilik yaptı. Çok sayıda yazı ve araştırma yayınladı, sayısız panel, konferans ve kongreye katıldı. Sürekli üretken ve eylemlilik içinde olan Metin AYDO?AN, yaşamı boyunca yazdı, yaptı ve anlattı. Evli ve iki çocuk babası olan AYDO?AN'ın, Antik Çağdan Küreselleşmeye Yönetim Gelenekleri ve Türkler, Nasıl Bir Parti, Nasıl Bir Mücadele, Bitmeyen Oyun-Türkiye'yi Bekleyen Tehlikeler, Yeni Dünya Düzeni Kemalizm ve Türkiye , Avrupa Birliği'nin Neresindeyiz? Ve Ekonomik Bulanımdan Ulusal Bunalıma adlı yayınlanmış altı kitabı vardır. Türkiye'nin elli yıldır süren acı gerçeğini keşfedilmedik nokta bırakmayacak şekilde eserlerinde ve konferanslarında ortaya koyan Metin AYDO?AN'la hayli ilginç bulacağınız misyonerlik konusunda söyleştik. Şu tespiti oldukça manidar: "Devlet okullarının büyük çoğunluğu misyoner okullarını aratmayan bir eğitim bozukluğu içindedir..." İzleyiniz... Sayın Aydoğan, bu sohbetimizde sizinle ülkemizi çok yakından ilgilendiren Misyonerlik faaliyetlerini konuşacağız. İsterseniz önce Misyonerlik kavramından işe başlayalım. Misyonerlik olarak bilinen şey kelime anlamı ve Kilise literatürüyle nedir?
Metin Aydoğan- Türk Dil Sözlüğü, misyonerliği, "Hıristiyanlık dinini yaymakla görevlendirilen kimse, ya da kendini bir düşünceye, bir ülküye adayan kişi" olarak tanımlıyor. Ancak, biliyoruz ki, söyleşimizde söz konusu olan, Hıristiyanlığın yayılmasıyla ilgili olarak kullanılan anlamdır. Türkçe'de misyonerliğin sözcük karşılığı bulunmuyor; çünkü Türklerde, kendi inancını başkalarına kabul ettirmek gibi, kurumsallaşan özel bir çaba, bir anlayış yoktur. Türklerin inançlarını yayması, misyonerlik olarak ifade edilen özel bir çabaya değil, kültürel gelişkinliğin çekici kıldığı, bu nedenle özgür seçime dayanan doğal bir sonuçtu. Güce ya da siyasi çıkara dayanmıyordu.
Köleci, Feodal ve Kapitalist sistemlere denk gelen üç tür Hıristiyanlık
Sözcüğün gerçek anlamıyla Hıristiyan misyonerliği ve onu yaratan Hıristiyanlık dini, Türk ya da Doğu toplumlarına göre farklı anlayışların, farklı değer yargılarının ürünüdür. Hıristiyanlığın 2 bin yıllık tarihi, bir bütün olarak ele alındığında, yüzlerce mezhebe karşın, genel çizgileriyle üç tür Hıristiyanlık'la karşılaşılır. İlk Çağ Hıristiyanlığı, Orta Çağ Hıristiyanlığı ve Yeni Çağ Hıristiyanlığı. Hıristiyan inancı, ekonomik-toplumsal düzenle ilgili olan bu dönemler içinde, birbiriyle çelişen anlayışlar, farklı yapılanmalar ve değişik uygulamalar ortaya çıkarmıştır. Denilebilir ki, İsa'dan günümüze, üç tür Hıristiyanlık yaşamıştır. Köleci, Feodal ve Kapitalist sistemlere denk gelen üç tür Hıristiyanlık..
İlk Çağ Hıristiyanlığı, Roma köleciliğine tepkinin oluşturduğu ortaya çıkış dönemidir. Bu dönem o günün koşullarının doğal sonucu olarak; "iyiliğin egemenliğini" isteyen, "varsılları kınayan yoksulları öven", iyiliği ve barışçılığı öne çıkaran, Hıristiyanlığın "saf" dönemidir. Orta Çağ Hıristiyanlığı, ortaya çıkış söylemleriyle tümden çelişen güç ve varsıllık dönemidir. Kilise'nin bizzat kendisi; geniş toprakları olan, asker besleyen ve mahkemeler kuran büyük ve baskıcı bir güçtür. Bu dönemde din inancı alınıp satılan bir mal haline getirilmiştir. Yeni Çağ Hıristiyanlığı ise, öncülüğünü Protestanlık ve Kalvinizmin yaptığı kapitalist dönem Hıristiyanlığıdır. Bu dönemde Kiliseler'in tümü, sanayi toplumuna ve Avrupa liberalizmine denk düşen, ona hizmet eden din politikaları yürütmüştür.
Görüldüğü gibi, Hıristiyanlığın 2 bin yıllık geçmişi içinde, ekonomik-siyasi düzenlere bağlı olarak biçim değiştirmiş, ancak her dönemde çıkış noktası olarak inanç değil, öyle görünse de maddi güç alınmıştır. Varsıllığın kınanarak "yoksullukta eşitliğin" önerildiği ilk dönemde, "Cennet'ten tapu satılıp" maddi çıkar için "din savaşları" yapıldığı Orta Çağ döneminde, ya da "sosyal eşitsizliğin karşı çıkılmaması gereken bir Tanrı düzeni" olduğu söylenen Yeni Çağ Hıristiyanlığında, çıkış noktası hep maddiyattır. Başlangıçta yasaklanan faiz, Orta Çağ'da üstü örtülerek kullanılmış, Yeni Çağ'da kutsanarak düzenin temeline yerleştirilmiştir.
Misyonerlik
emperyalizm aracıdır
Din inancına maddi çıkar girdiğinde, misyonerlik olarak tanımlanan eylemin devreye girmemesi kaçınılmazdı. Hıristiyan Batı'da, ekonomik-siyasal düzenin egemenleri, misyonerliği aynı orduları ya da ticari ilişkileri gibi, maddi yarar için ustaca kullandılar.
Görevli kıldıkları ya da kişisel olarak gerçekten dine hizmet ettiğini sanan insanları, çıkar sağlayacağı toplumlara gönderdiler. Bu yolla ordularının hareketlerine zemin hazırladılar. Misyonerlik tanımı, bu nedenle, "Hıristiyanlığın yayılmasıyla" bütünleşti. Açıkça söyleyebiliriz ki Misyonerlik, din ya da inançla ilgili bir eylem değil, doğrudan ekonomik çıkarla ilişkili bir girişimdir. Misyonerliğe salt din açısından bakıp buna göre önlem almaya kalkılırsa, yanılgıya düşülmüş olunur. Günümüz misyonerliği, sömürgecilikten gelen, temelinde emperyalist amaçların yer aldığı bir olgudur. Bugün, misyonerlikle mücadele etmek demek emperyalizmle mücadele etmek demektir; ya da bir başka söylemle, emperyalizme karşı mücadele etmeden, misyonerlikle mücadele etmek olası değildir.
"Gelip bizi sömürsünler"diyen varsa...
n Misyonerlik yöntemleri nelerdir? Türkiye'de uygulananlar nelerdir? Misyoner faaliyetlere bir sınırlama getirilmesi gerekmiyor mu? Yoksa herkes inancının gereğini yerine getirsin ya da isteyen istediğine inansın mı?
Aydoğan-Türkiye'de uygulanan misyonerlik yöntemlerini, benim burada saymam, günlük gazeteleri (yurtsever yayın yapan gazeteleri) yinelemek olur. Her gazete okuru ya da, yaşadığı kentte neler olduğunu biraz izleyen her birey, bu yöntemleri değişik biçimleriyle görmektedir. Sınırlama sorunuza ise, sanıyorum yukarıda yanıt vermiş oluyorum. Herhangi bir kişi eğer, "ben emperyalizmden yanayım, gelip bizi sömürsün" diyorsa, misyonerliğe, elbette bir sınırlama getirmemelidir. "İsteyen istediğine inansın mı?" sorusuna olumsuz yanıt vermek, biz Türkler için olası değildir. Ancak birinci sorunuza verdiğim yanıtta anlatmaya çalıştığım gibi misyonerlik inançla değil, emperyalizmle ilişkili bir sorundur.
Bölücülük, misyonerliğin varlık nedeni
n Misyonerlik adı altında Türkiye'de bölücülük yapılıyor mu?
Aydoğan- Mustafa Kemal Atatürk dönemi dışındaki (1923-1938) 200 yıl içinde Türkiye'de sürdürülen misyonerlik çalışmalarının tümü, "bölücülük" amacı üzerine oturtulmuştur. Başka bir seçenek yoktur, olamaz da. "Bölücülük" misyonerliğin varlık nedenidir. "Din özgürlüğü", "geri kalmış insanları aydınlatma", ya da "hastalara-yoksullara insani yardım" gibi söylemler, elbette gerçeği yansıtmayan propaganda sözcükleridir. Misyonerler yurttaşı oldukları ülkelerin ve bağlı oldukları merkezlerin politikalarını yürütürler. Bu da, yapıldığı ülke için kaçınılmaz olarak, "bölücülük" ya da daha geniş bir tanımlamayla kültürel yozlaşma ve ekonomik-siyasi çözülme demektir.
Misyonerlerin Türkiye'de hangi anlayışla çalıştıklarını ve ne yapmak istediklerini daha iyi anlamak için, geçmişte yaşanmış olayları belgelere dayalı olarak aktarmak, okuyucu için daha yararlı olacağı kanısındayım. Örneğin Genelkurmay Başkanlığının yayımladığı Türk İstiklal Harbi adlı yapıtta, bugün için son derece aydınlatıcı olan bir misyonerlik belgesi vardır. Belge, Merzifon Amerikan Misyoner Okulu Direktörü White'in 1918'da Amerika'ya gönderdiği bir mektuptur. Mektupta şunlar yazılıdır : "Hıristiyanlığın en büyük düşmanı Müslümanlıktır. Müslümanların da en güçlüsü Türkler'dir. Buradaki hükümeti devirmek için, Ermeni ve Rum dostlarımıza sahip çıkmalıyız. Hıristiyanlık için Ermeni ve Rum dostlarımız çok kan feda ettiler ve İslam'a karşı mücadelede öldüler. Unutmayalım ki, kutsal görevimiz sona erinceye kadar, daha pek çok kan akıtılacaktır."
White'in bunları yazdığı günlerde, Mustafa Kemal Anadolu'da ulusal direniş örgütlemeye çalışıyor, mandacılar ise, Amerikan himayesinin kabul edilmesi için var güçleriyle çalışıyorlardı.
Amaç Anadolu'nun jeolojik ve stratejik varsıllığını ele geçirmek
n Misyonerliğin asıl amacı Anadolu'yu Hıristiyanlaştırmak mı?
Aydoğan- "Misyonerliğin asıl amacı Anadolu'yu Hıristiyanlaştırmak" değil, "Anadolu'nun jeolojik ve stratejik varsıllığını ele geçirmek için yozlaştırmak ve kimliksizleştirmektir." Hıristiyanlık bu amaç için kullanılan bir araçtır. Burada artık, sözkonusu olan, 'din' değil; siyasi-ekonomik bağımlılığın, medya bozulmasının, inanç karmaşasının ya da azınlık isteklerinin birleştiği politik bir girişimdir. Türkiye ve Türkler tümüyle Hıristiyan olsa bile Batı kapitalizminin Türkiye'ye yönelik sömürgen baskısı sürecektir. "Avrupalı Hıristiyanlar", konu ekonomik çıkar olduğunda, guruplar halinde ya da tek tek, birbirlerini boğazlamadılar mı? Birinci ve İkinci Dünya Savaşları'nda, 80 milyon "Hıristiyan" diğer "Hıristiyanlarca" öldürülmedi mi? Emperyalizm, dini kullanır, ancak dine değil, maddi çıkara bağlı kalır.
Avrupalıların, bağlı olarak misyonerlerin, Türkiye'ye ve Türklere bakışını Alman Profesör Fritz Neumark çok açık ve çarpıcı biçimde açıklamıştır. Türkiye'de de dersler veren bu bilim adamı; "Avrupalı Türkleri sevmez; sevmesi de mümkün değildir. Türk ve İslam düşmanlığı Hıristiyanların ve Kilisenin yüzyıllardır hücrelerine sinmiştir. Avrupalılar, Türkleri Müslüman olduğu için sevmez ama laiklik şöyle dursun, Türkler Hıristiyan olsa da, onlara düşman olmaya devam eder" derken, sorunuza belki de en iyi yanıtı vermiş oluyor.
Devamı yarın...