ŞİFRE / Emre AKMAN
Yokoluşun eşiğinden "büyük bir silkinişle", Kuvay-ı Milliye uyanışı ile var olan, Müdafayı Hukuk örgütlenmeleri ile, tek bilek-tek yürek olan, İstiklal-i Tam anlayışı ile Misak-ı Milli sınırlarında bağımsız ve egemen bir devlet kuran milletimiz, yeniden kötü günler yaşıyor.
Türk milleti, devleti ilk cepheden mücadeleyi kazanamayan sömürgeci güçler, içeriden kuşatma taktiği ile bizi çürütmeye, yok etmeye çalıştı. Hayli de yol katetmiş bulunuyor.
Doğrudan siyasi ve silahlı mücadeleyi kazanamadı. Çünkü bizim ordumuz dünyanın en güçlü ordusu ve milletiz de dünyanın tek asker milletiydi.
Sevr'de İngiliz Lord Curzon'un Türk ordusunu dağıtma planına bu büyük millet topluca asker gibi durarak cevabını verdi.
Gazi'den sonra "sahipsiz kalan devlete" yabancı uzmanlar dadandı. Devrin Cumhurbaşkanı İnönü daha 40'lı yıllarda devletin bürokrasisinin Avrupalı uzmanlarca adeta istila edildiğinden yakınır. Ama sadece yakınır.
Kurtuluş mücadelesini veren tecrübeli kadroların hayat sahnesinden çekilmesinin ardından devlet ve millet büsbütün sahipsiz kalır. Geriye milletin tek bir güvencesi kalmıştır, ordusu...
Ancak, ordu arkasını dayayacağı güçlü bir siyasi irade, kararlı bir yönetim kadrosu olmadıktan sonra ne yapabilir ki?
İşte Kıbrıs örneği. Türk'ün Batı'yla ilk askeri açılımı olan Kıbrıs harekatı, siyasi irade ile taçlanamadığı için bugün kaybedilme noktasına gelmiştir.
Bugün ülkemiz, ABD-İsrail kıskacı, IMF ve AB dayatmaları ile yeniden büyük bir kuşatma altına alınmıştır.
Kuşatmayı kalıcı kılan, bu milletin, devletin ve askerin hukukunu korumakla görevli siyasi kadroların acziyeti, birikimsizliği ve iradesizliğidir.
Sahiplik duygusu yoktur, çünkü aidiyeti yoktur, özgüveni yoktur. Atatürk, "Beni Türk hekimlerine emanet edin" demişti. Bizim siyasilerimiz iktidarı ile muhalefeti ile çocuklarını ABD'de, İngiltere'de okutmaktadır. Bu anlayıştaki kadroların bu milletin evladına sahip çıkması mümkün mü?
Bu milleti öz evladı gibi sevmeyen bu millete lider olabilir mi? Milletinin çocuklarını öz evladı gibi seven lider, ABD'nin gıpta edeceği bir eğitim sistemi kurar ve bununla gıpta eder.
Çernobil virüsü gibi çatımıza sızan bu mikrop, siyasilerin bu köksüzlüğü, aidiyetsizliği, sahiplik duygusundan yoksunluğu, milletimize bulaştırılmak istenmekte. Tıpkı Kurtuluş Savaşı öncesinde olduğu gibi, "ABD olmadan, AB olmadan, IMF olmadan olmaz. Biz adam olmayız" anlayışı, iktidarı ile, muhalefeti ile, yenisi ile eskisi ile tüm partilerce propaganda edilmektedir.
İkinci adım olarak millet değişik etnik dini kimliklere bölünerek birbirine düşürülmek istenmektedir.
Yine devletle-millet, siville-asker, zenginle-fakir birbirine düşman edilmek istenmektedir.
Milletin maddi ve manevi değerleri ipotek altına alınmakta, elindeki, gönlündeki zenginliği çalınmak istenmekte, kendisine Batı'nın ihsan ettiği ile yetinmesi dayatılmaktadır.
Yıllarca içeriden satın aldıkları işadamı, aydın, bürokrat, politikacı hatta din adamları sayesinde projeyi nihayete erdirmek üzere olduklarını zannetmektedirler.
Bu pişkinlikle milletimize nihaî altın vuruşu hazırlandıkları, dinimizi, milli kimliğimizi, toprağımızı, yer altı ve yer üstü zenginliklerimizi talan etmek için süreci hızlandırdıkları anda, tam da zamanında millet sahibine kavuşmuştur.
Öyle milletine sahip ki, "Ben işçiyim, ben köylüyüm, ben memurum, ben polisim, ben sivilim, ben askerim, ben milletin kendisiyim" diye haykırarak milleti tek vücut haline getirmiş, Leyla ve Mecnun aşkında olduğu gibi, "Bu kol sizin kolunuz, sizin kolunuz benim kolum" diyerek millet onda tek bir bünye olmuştur. Dün, vatan tarlamdır anlayışı ile geri çekilen millet, bugün, "Vatan karnımın doyduğu, dayak yemediğim yerdir" anlayışına mahkûm edilmek istenmiştir.
Yine tarihte olduğu gibi, bu millet böyle bitti tükendi dendiği anda içinden çıkardığı deha çapında lideriyle, onun etrafında kenetlenen has kadroları ile bütünleşerek ayağa kalkmıştır.
Nasıl savaş yorgunu, ümitsiz, bedbin, dağılmış tesbih taneleri gibi saçılmış milleti, Gazi ayağa kaldırmışsa, Prof. Dr. Haydar Baş, öyle ayağa kaldırıyor.
Önce Mustafa Kemal'den bir örnek:
Gazi, milli mücadele için Samsun'dan Amasya'ya ilerlerken yolda karşılaştığı köylü ile sohbete başlar.
Köylü sorar, siz zabitansınız değil mi?
Atatürk: Evet, der.
Köylü: Eğer asker toplamaya geldiyseniz bilesiniz ki, benim için vatan şu gördüğünüz tarlanın ucundan başlar. Düşman tarlama tecavüz edinceye kadar artık elime silah almam ben.
Gazi soğukkanlılıkla dinler. Çünkü bu çığlık 33 yıl Rus harbini görmüş bir babanın evladının, Trablusgarp yenilgisini görmüş bir oğulun, Balkan hezimetini yaşamış bir köylünün, 4 yıl cihan harbinde dört cephede savaşmış bir milletin çığlığıdır.
Orduları dağıtılmış, silahları elinden alınmış, memleketin her bir köşesi bilfiîl işgal edilmiş bir milletin çaresiz hıçkırığıdır.
Mustafa Kemal Paşa, artık zafer kazanamayacağına inanan işte bu halkı İstiklal Harbine hazırlamış, genç bir devlet armağan etmiş bir liderdir.
Ülkemiz bu gün de aynı ahvali yaşarken, milletimiz tam da Atatürk gibi lider lazım diye iç geçirirken Prof. Dr. Haydar Baş, "Bu vatan bizimdir bizim kalacak" diye gürleyerek, eline Türk bayrağını alarak milletin önüne düştü. Onunla birlikte milyonlar ayağa kalktı. Dün Müdafayı Hukuk organizasyonları için Anadolu'yu il il dolaşan Gazi gibi, her hafta en az iki ilde Bağımsız Türkiye toplantılarına iştirak ediyor, on binlerce insan adeta yeniden diriliyor.
Ne mi söylüyor?
Yokoluşun eşiğinden "büyük bir silkinişle", Kuvay-ı Milliye uyanışı ile var olan, Müdafayı Hukuk örgütlenmeleri ile, tek bilek-tek yürek olan, İstiklal-i Tam anlayışı ile Misak-ı Milli sınırlarında bağımsız ve egemen bir devlet kuran milletimiz, yeniden kötü günler yaşıyor.
Türk milleti, devleti ilk cepheden mücadeleyi kazanamayan sömürgeci güçler, içeriden kuşatma taktiği ile bizi çürütmeye, yok etmeye çalıştı. Hayli de yol katetmiş bulunuyor.
Doğrudan siyasi ve silahlı mücadeleyi kazanamadı. Çünkü bizim ordumuz dünyanın en güçlü ordusu ve milletiz de dünyanın tek asker milletiydi.
Sevr'de İngiliz Lord Curzon'un Türk ordusunu dağıtma planına bu büyük millet topluca asker gibi durarak cevabını verdi.
Gazi'den sonra "sahipsiz kalan devlete" yabancı uzmanlar dadandı. Devrin Cumhurbaşkanı İnönü daha 40'lı yıllarda devletin bürokrasisinin Avrupalı uzmanlarca adeta istila edildiğinden yakınır. Ama sadece yakınır.
Kurtuluş mücadelesini veren tecrübeli kadroların hayat sahnesinden çekilmesinin ardından devlet ve millet büsbütün sahipsiz kalır. Geriye milletin tek bir güvencesi kalmıştır, ordusu...
Ancak, ordu arkasını dayayacağı güçlü bir siyasi irade, kararlı bir yönetim kadrosu olmadıktan sonra ne yapabilir ki?
İşte Kıbrıs örneği. Türk'ün Batı'yla ilk askeri açılımı olan Kıbrıs harekatı, siyasi irade ile taçlanamadığı için bugün kaybedilme noktasına gelmiştir.
Bugün ülkemiz, ABD-İsrail kıskacı, IMF ve AB dayatmaları ile yeniden büyük bir kuşatma altına alınmıştır.
Kuşatmayı kalıcı kılan, bu milletin, devletin ve askerin hukukunu korumakla görevli siyasi kadroların acziyeti, birikimsizliği ve iradesizliğidir.
Sahiplik duygusu yoktur, çünkü aidiyeti yoktur, özgüveni yoktur. Atatürk, "Beni Türk hekimlerine emanet edin" demişti. Bizim siyasilerimiz iktidarı ile muhalefeti ile çocuklarını ABD'de, İngiltere'de okutmaktadır. Bu anlayıştaki kadroların bu milletin evladına sahip çıkması mümkün mü?
Bu milleti öz evladı gibi sevmeyen bu millete lider olabilir mi? Milletinin çocuklarını öz evladı gibi seven lider, ABD'nin gıpta edeceği bir eğitim sistemi kurar ve bununla gıpta eder.
Çernobil virüsü gibi çatımıza sızan bu mikrop, siyasilerin bu köksüzlüğü, aidiyetsizliği, sahiplik duygusundan yoksunluğu, milletimize bulaştırılmak istenmekte. Tıpkı Kurtuluş Savaşı öncesinde olduğu gibi, "ABD olmadan, AB olmadan, IMF olmadan olmaz. Biz adam olmayız" anlayışı, iktidarı ile, muhalefeti ile, yenisi ile eskisi ile tüm partilerce propaganda edilmektedir.
İkinci adım olarak millet değişik etnik dini kimliklere bölünerek birbirine düşürülmek istenmektedir.
Yine devletle-millet, siville-asker, zenginle-fakir birbirine düşman edilmek istenmektedir.
Milletin maddi ve manevi değerleri ipotek altına alınmakta, elindeki, gönlündeki zenginliği çalınmak istenmekte, kendisine Batı'nın ihsan ettiği ile yetinmesi dayatılmaktadır.
Yıllarca içeriden satın aldıkları işadamı, aydın, bürokrat, politikacı hatta din adamları sayesinde projeyi nihayete erdirmek üzere olduklarını zannetmektedirler.
Bu pişkinlikle milletimize nihaî altın vuruşu hazırlandıkları, dinimizi, milli kimliğimizi, toprağımızı, yer altı ve yer üstü zenginliklerimizi talan etmek için süreci hızlandırdıkları anda, tam da zamanında millet sahibine kavuşmuştur.
Öyle milletine sahip ki, "Ben işçiyim, ben köylüyüm, ben memurum, ben polisim, ben sivilim, ben askerim, ben milletin kendisiyim" diye haykırarak milleti tek vücut haline getirmiş, Leyla ve Mecnun aşkında olduğu gibi, "Bu kol sizin kolunuz, sizin kolunuz benim kolum" diyerek millet onda tek bir bünye olmuştur. Dün, vatan tarlamdır anlayışı ile geri çekilen millet, bugün, "Vatan karnımın doyduğu, dayak yemediğim yerdir" anlayışına mahkûm edilmek istenmiştir.
Yine tarihte olduğu gibi, bu millet böyle bitti tükendi dendiği anda içinden çıkardığı deha çapında lideriyle, onun etrafında kenetlenen has kadroları ile bütünleşerek ayağa kalkmıştır.
Nasıl savaş yorgunu, ümitsiz, bedbin, dağılmış tesbih taneleri gibi saçılmış milleti, Gazi ayağa kaldırmışsa, Prof. Dr. Haydar Baş, öyle ayağa kaldırıyor.
Önce Mustafa Kemal'den bir örnek:
Gazi, milli mücadele için Samsun'dan Amasya'ya ilerlerken yolda karşılaştığı köylü ile sohbete başlar.
Köylü sorar, siz zabitansınız değil mi?
Atatürk: Evet, der.
Köylü: Eğer asker toplamaya geldiyseniz bilesiniz ki, benim için vatan şu gördüğünüz tarlanın ucundan başlar. Düşman tarlama tecavüz edinceye kadar artık elime silah almam ben.
Gazi soğukkanlılıkla dinler. Çünkü bu çığlık 33 yıl Rus harbini görmüş bir babanın evladının, Trablusgarp yenilgisini görmüş bir oğulun, Balkan hezimetini yaşamış bir köylünün, 4 yıl cihan harbinde dört cephede savaşmış bir milletin çığlığıdır.
Orduları dağıtılmış, silahları elinden alınmış, memleketin her bir köşesi bilfiîl işgal edilmiş bir milletin çaresiz hıçkırığıdır.
Mustafa Kemal Paşa, artık zafer kazanamayacağına inanan işte bu halkı İstiklal Harbine hazırlamış, genç bir devlet armağan etmiş bir liderdir.
Ülkemiz bu gün de aynı ahvali yaşarken, milletimiz tam da Atatürk gibi lider lazım diye iç geçirirken Prof. Dr. Haydar Baş, "Bu vatan bizimdir bizim kalacak" diye gürleyerek, eline Türk bayrağını alarak milletin önüne düştü. Onunla birlikte milyonlar ayağa kalktı. Dün Müdafayı Hukuk organizasyonları için Anadolu'yu il il dolaşan Gazi gibi, her hafta en az iki ilde Bağımsız Türkiye toplantılarına iştirak ediyor, on binlerce insan adeta yeniden diriliyor.
Ne mi söylüyor?