Bütçe rakamlarıyla milletin yaşadığı gerçekler o meşhur dayak yiyen boksör fıkrasını hatırlattı. Televoleci yazarlar denk bütçenin neden vatandaşa yansımadığını yorumluyor Asaf Savaş Akat: Bütçenin 7 yıllık faiz dışı fazlası 233 milyar YTL'dir. Bu aslında fakirden zengine yapılan gelir transferinin tutarıdır. Vatandaş inanılmaz fedakârlık yapmıştır. 2006 yılında bütçenin denk ya da cüzi bir açıkla kapanabileceğinin işaretleri ilkbahardan itibaren gelmeye başlamıştı. Bütçe verileri yayınlandıkça bu beklendi güçlendi. Yıl sonuna doğru az çok sayılar bile belirginleşti.Bu olayın kahramanı vatandaştır. Dönem içinde gelirinden devlete ödediği vergi hızla yükselmiştir. Buna karşılık devletten aldığı hizmetler az çok sabit kalmıştır. Aradaki fark faiz ödemelerine gitmiştir. Uygulanan maliye politikasının ekonomi politiğini iyi kavramalıyız. En muhtaç vatandaş bile benzin, mazot, elektrik, KDV, telefon, vs. neredeyse nefes aldığında devlete vergi ödüyor. Faiz ise yerli ve yabancı mali piyasa yatırımcılarına ödeniyor. Genel hatları ile 233 milyar YTL bu dönemde fakirden zengine yapılan gelir transferinin tutarıdır.Seyfettin Gürsel:Vergi gelirlerinde artış, bütçe performansında etkili oldu. Artış dolaylı vergilerle sağlandı. Vergileri de ortadirek ödedi. İşsizlerin parasını da unutmayalım. 2006 bütçe gerçekleşmelerini alışıldığı üzere Maliye Bakanı değil bizzat Başbakan sundu. Şaşırtıcı değil. Birkaç önemli ilk içeren bütçe rakamları, iktidar partisi açısından seçim yılında kaçırılmayacak bir fırsattı.Bütçe açığının son iki yılda yüzde 2'nin altına düşmesinde başlıca üç etken rol oynamıştır. Birincisi, vergi gelirleri hatırı sayılır ölçüde artırılmıştır. Ancak bu artış, KDV ve ÖTV gibi mal ile hizmet satın alırken ödenen vergilere yüklenilerek başarılmıştır. O kadar ki, toplam vergi gelirleri içinde bu tür dolaylı vergilerin oranı yüzde 70'i bulmuştur. Bu da bir ilktir. Bu oran AB'nin en az eşitlikçi ülkelerinde bile kabaca 50-50'dir. Boğaziçi Üniversitesi'nin Açık Toplum Enstitüsü için yaptığı bir araştırma, dolaylı vergilerin önemli ölçüde orta sınıf tarafından ödendiğini göstermişti. İkinci etken, harcamaların kısılmasıdır. Maaşların krizde uğradıkları kayıplar telafi edilememiştir. Kamu hizmetlerinin kalitesi giderek bozulmuştur. Türkiye'nin büyük ihtiyaç duyduğu eğitime yeterli kaynak ayrılamamıştır. Sınıflar dolup taşarken, binlerce öğretmen işsizdir.Üçüncü etken de faizlerin enflasyonla birlikte düşmesidir. Gazi Erçel:Madem Maastricht Kriterleri diyoruz. O zaman faiz neden yüzde 20'ler seviyesinde. AB içinde faizde de bir kriter var ve biz kuralın yanından bile geçemiyoruz. Başbakan'a göre ekonomide işler iyi gidiyor. Maastricht Kriterleri'nden bile iyi sonuçlar alındı. 2013'te kişi başına 10 bin dolarlık gelir düzeyine erişeceğiz. Bütün bunlar güzel de, "Bu mucize halka neden yansımıyor" sorusuna yanıt yok. Halk son dört yılda toplam yüzde 30'u aşan reel büyümeden, azalan borçlardan, 5.300 dolara erişen kişi başına düşen gelirden, tek haneye inen enflasyondan kendisine, ailesine ve etrafına düşen payı arıyor. Bulamıyor.1. Reel ücretlerin düzeyi hâlâ 2000 yılının altında. 2000 yılının son çeyreğinde 108 olan imalat sanayinde çalışanların reel ücret endeksi, 2006 yılının üçüncü çeyreğinde 93.4 olarak gerçekleşmiş. AKP'nin iktidar olduğu 2002 sonunda ise aynı endeks 88 değerine sahipmiş. 2. Son 10 yılda gelir dağılımı eşitsizliğinde azalış gözlense bile, bölüşüm bozukluğu devam ediyor. En son verilere göre, gelir düzeyi en üst dilimde bulunan yüzde 20'lik bölüm milli gelirden yüzde 44.4 pay alıyor. En alt gelir düzeyindeki yüzde 20'lik bölümün payı ise sadece yüzde 6. Dolayısıyla büyüme artsa da büyük payı zengin kesim alıyor. Geri kalanın refah artışından yararlanma oranı düşük.3. Yüksek oranda süregiden işsizlik de refahın halka yansımasında bir başka engeli oluşturuyor. 2001 yılında yüzde 8.4 olan işsizlik oranı 2002-2005 yılları arasında yüzde 10'lar düzeyinde gerçekleşmiş. En son veri olan 2006 yılının Ekim ayında ise yüzde 9.3 oranında işsiz mevcut. Özellikle kentlerde bu oran daha yüksek. Bütün bu gelişmeler zaten gelir düzeyi düşük olan ülkemizde büyümede sağlanan başarıların etkisini azaltıyor. Toplumun geniş kesimlerine ulaştırılamayan büyüme, soru işaretleri yaratıyor. Halen Avrupa Merkez Bankası'nın gecelik faiz oranının yüzde 3.5 olarak belirlendiği dikkate alındığında, Türkiye'deki faizin yüzde 5 oranında bulunması gerekiyor. Oysa bizde Merkez Bankası'nın gecelik borç verme faizi yüzde 22.5. Maastricht'in bu kuralının yakınlarında bile değiliz.İkinci nokta ise, 2013 yılında kişi başı milli gelirin 10 bin dolara yükselmesi ile ilgili. Devlet Planlama Teşkilatı'nın hesaplamalarına göre önümüzdeki 7 yılda ortalama yüzde 7 büyürsek, enflasyon oranı yıllık ortalama yüzde 3 olursa 2013 yılı sonunda 10 bin dolarlık hedefe ulaşabiliyoruz. Ancak bu sonuç, önümüzdeki 7 yıllık dönem sonunda Türk Lirası'nın dolara karşı değerinin 1.440 düzeyinde gerçekleşmesine bağlı. Diğer bir ifade ile, sabit döviz kuru rejimi uygularsak bu sonuca ulaşabileceğiz. Bu ne derecede gerçekçi, siz tahmin edin.