Bağımsız Türkiye Partisi'nin 25 Mayıs'ta Erzurum'da düzenlediği katılım ve tanıtım gecesi yerel basında büyük yankı buldu. Geceyi Hakikat Gazetesi manşetten okurlarına yansıtırken, Hakikat'ın başyazarı Mustafa Aslan da, katılım gecesinin atmosferini uzun bir makale ile köşesine taşıdı. Sayın Aslan'ın yazısını ilginize sunuyoruz:
Bağımsız Türkiye Partisi geçtiğimiz Cumartesi günü Erzurum'daydı. Gösterişsiz, mütevazi bir çalışma ve davetle Erzurum'un her yerinden, her kesiminden insanını Cemal Gürsel Kapalı Spor Salonu'na toplamayı başardılar. Davetliler içindeydim. Bazı bürokratik engellemeler yüzünden ufak tefek aksaklıklar oldu. Tribünleri dolduran genç-ihtiyar, kadın-erkek kalabalık; sessiz ama büyük bir özlemle Prof. Dr. Haydar Baş'ı bekledi.
Ben, ısrarla tribünleri inceledim. Tribünlerde milletin kendisi vardı. Siyasette ucuzlamış, dolaşmadık kapı bırakmamış ve artık milleti rahatsız eden kaşalot şahıslardan hiç kimse yoktu. Yarım saat geç kalan en popüler sanatçıları protesto eden halk; engellenmeler yüzünden aksayan organizasyonu protesto şöyle dursun ne yapabilirim yarışındaydı. Meraklı bekleyiş, Prof. Dr. Haydar Baş'ın salona girişiyle muhteşem bir coşkuya dönüştü. Yıllardır Sol'un sahiplendiği değişmez sloganı "Bağımsız Türkiye"yi parti adı olarak alan; "Bu vatan bizimdir bizim kalacak" sloganlarıyla salonu patlatan hasret ve cesaret yüklü sesler, çok samimiydi.
Ekonomik mes'elelerde -ağzına çok yakışan- yeminle destekleyerek ve halk diliyle sunulan reçeteler, çok iltifat gördü. Millet, inancını kaybettiği siyasilerden sonra inanmak istediği bir şahıs arıyor görünümündeydi. Prof. Dr. Haydar Baş'ta ise ziyadesiyle inandırıcılık vardı. Ben, kendimi hamasete doymuş mitingler konusunda epeyce deneyimli biri sanarak güya kalabalığı inceleyecektim. Prof. Dr. Haydar Baş'ın "Bugün dünyada can, mal, namus, din ve vicdan emniyeti yoksa; vatan emniyeti yoksa, yeminle söylüyorum Türk'ün eli dünyanın üzerinden çekildiği içindir" sözlerini avuçlarımı patlatırcasına alkışladım.
AB'nin siyasi silahşorlarınca; AB'nin yolunun Diyarbakır'dan geçirildiği, PKK'nın sandıkta rakip alınmak istendiği, etnik bölücülüğün körüklendiği, Genelkurmay Başkanımız'a yapılan hareketin önemsenmediği ülkemde "Biz, şovenist değiliz ama Türk Milliyetçiyiz" diyen bir siyasetçi, Türk gönüllerin heyecanlanmasını sağladı. "Ne Mutlu Türküm Diyene" düsturuna çok kurnazca Anadolu mozaiktir diye kafa tutan siyasi grekoromencilerin karşısında -açıkça- "Türk Milliyetçisiyim" diyen ve kendisini Türk sayan herkesi Türk şemsiyesi altına kabul eden bir ses; salondaki binlerle beraber, beni de heyecanlandırdı.
Cebimizden liramızı, giysilerimizden markalarımızı, işyerlerimizden ve isimlerimizden Türkçe adları yasaklayan; bağımsızlık timsali milletime müstemleke muamelesi yapan AB'ye karşı oluşu ise milleti, iyice coşturdu. AB'nin İstanbul'daki Ayasofya Kilisesi, Trabzon'daki Ayasofya Kilisesi ve İzmit'teki camileştirilmiş kiliselerin eski hüviyetine sokulmasını istemesine bunu insanlık hakkı olarak dayatmasına; Kurtuba'daki caminin kiliseye dönüştürülmesini örnek veren Prof. Dr. Haydar Baş, milletin yüreği olmuştu.
Partiye katılanları temsilen rozet takılanlardan 75 yaşındaki bir ninenin, "Ben, ülkücü annesiyim. Canım da, kanım da, oğullarım da vatana feda" sözleriyle Prof. Dr. Haydar Baş ve ekibine inancıyla vatan sevgisini özdeşleştirmiş olması, bana çok çarpıcı geldi.
Geciktirmelerden dolayı bir konferans sözü vererek konuşmasını kısa tutan Prof. Dr. Haydar Baş; millete, aslen Horasanlı olduğunu söyleyerek milletin diliyle sesleniyordu. AB dayatmalarıyla etnik olarak bölünmemize uğraşanlara; "Avrupa'nın kendisi birleşirken bizi parçalamak istiyorlar. Örfümüz, adetimiz, geleneğimiz, dinimiz bir. Biz, bir bütünüz" diyerek sesleniyordu. Prof. Dr. Haydar Baş'ın bu sözlerine milletin cevabı, "Bu millet kardeştir. Ayıranlar kalleştir" şeklindeydi.
I. Kuvay-ı Milliye Hareketi'nin başladığı Erzurum'dan II. Kuvay-ı Milliye Hareketi'ni başlatmak istemesi de çok manidardı. Prof. Dr. Haydar Baş, söylediklerine inanıyordu. Bu yüzden inandırıcıydı. Salona sığmayan kalabalığın O'na biraz daha yaklaşabilmek için birbirini rahatsız etmekten korkarak durgun su gibi akışı, izlenmeye değerdi.
Şuur altımıza renklerin en güzelleri olarak yerleşmiş kırmızı-beyaz, salonu bir gelince tarlasına çevirdi. Ay-Yıldızlı Bayrağımızla parti bayrağını büyük bir coşku ve inançla sallayan kalabalığı bütün yüreğimle alkışladım.
Aylardır köşemden bir yerleri uyarmaya çalıştım. Çok söyledim, az işittiler. Sonunda fikir kulvarlarında göç başladı. En fazla göçü, MHP'nin verdiğini sanıyorum. Salona sığmayan kalabalığın içinden Bozkurt işaretleri hiç eksik olmadı ve hiçbir tepki almadı. Heyecanlı yürekler, heyecana doğru akıyordu. Tek pankartın Albayrak, tek sloganın "Bu vatan bizimdir, bizim kalacak" ve partinin adı "Bağımsız Türkiye" olunca sunuşta çok kolaydı, kabullenişte...
Tevekkülü Taallah...
Selam, sevgi, dua...