Bugün bir 30 Ağustos'u daha yaşıyoruz. Tıpkı 79 yıl önce olduğu gibi
Mondros'ta, Sevr'de hayatına son verilmek istenen Türk Milleti, bu kararı kabul etmemiş, bir Kuvay-ı Miliye ruhu ile yürüyüşe geçmişti.
Samsun'dan Havza'ya, Amasya'ya, Erzurum'a, b'a ve nihayet Ankara'ya varan bir yürüyüş. 1920 Ankara'da TBMM'nin açılış programı ve şanlı direniş.
Herşeyin bittiği sanılmasına rağmen, hiçbir şey bitmemişti. Belki maddi manada ciddi sıkıntılar vardı. Aş yoktu, iş yoktu, insanların ciddi bir bölümü şehit düşmüştü. Silah yoktu, ama insanımız inancını kaybetmemişti.
Amerikan mandasını, İngiliz himayesini savunanlara karşı, başta M. Kemal olmak üzere çok çarpıcı bir cevap veriliyordu: "Ya İstiklal ya ölüm". İşte bu parola ile harekete geçildi. Bağımlı yaşamaktansa, ölmek tercih edilir dendi.
Bu aziz millet, tüm maddi yetersizliğine rağmen, inancı ile, kararı ile işgalcileri yurdundan attı.
Bağımsız Türkiye'yi kurdu. Muasır Medeniyeti hedefledi.
80 yıldır, ellerde uygarlık meşalesi, bir koşu sürüyor. Bu vesile ile değerli halkımızın ve özellikle silahlı kuvvetlerimizin 30 Ağustos Zafer Bayramı'nı kutluyoruz.
Bu inanç, bu azim, bu karar olduğu sürece yarınlar ebediyen aydınlık olacaktır.
Bugünlerde ülkemiz üzerine çöreklenen kara bulutlar, yine o günlerin işgalcilerinin eseridir. Ancak kullanılan yöntemler, taktikler ve teknikler farklıdır.
Dün askerle gelindi. Bugün ise kültürle, emperyalist projelerle, kendi paralarını hakim kılmakla geliyorlar. IMF ile Dünya Bankası ile, ekonomik ambargo ile geliniyor.
Ülkemizi bölmek için hazırladıkları projelerle geliniyor. Yani amaç aynı olduğu halde, araçlar değişmiştir.
AB'ye alınacak bir Türkiye'nin milli kimliğinden uzaklaşması lazımdır. Yoksa Türkiye, Türkiye gibi kaldıkça asla AB'ye alınmayacaktır. Ne Doğu ve ne de Batı. Türkiye ancak beklemekle zâfa uğratılmak istenmektedir. Dün 3 bin dolar olan gayri safi milli hasıla, bugün 2 bin dolara düşmüşse arada zayi olan bin dolar, dünün işgalcileri tarafından çalınmış demektir.
Öyleyse, 1920'lerde olduğu gibi, ne manda ve ne de herhangi bir himayeye gönül vermeden, milli bir projeye ihtiyaç vardır. Bu milletin varlığı ve bekası ancak milli projelerle halledilebilir.
O halde yeniden bir Kuvay-ı Milliye gerekir. Bir ayağa kalkış gerekir, bir yürüyüş gerekir.
Bir birlik ve dayanışma gerekir.
Elde bayrak, dilde İstiklal Marşı. Bir ve beraber, gönül gönüle, omuz omuza yürümeliyiz.
Bu inanç, bu amaç, bu gayret olduğu sürece bizden bir çakıl taşı sökmeye kimsenin gücü yetmeyecektir.
Zira "Bu vatan bizimdir, bizim kalacak".
Mondros'ta, Sevr'de hayatına son verilmek istenen Türk Milleti, bu kararı kabul etmemiş, bir Kuvay-ı Miliye ruhu ile yürüyüşe geçmişti.
Samsun'dan Havza'ya, Amasya'ya, Erzurum'a, b'a ve nihayet Ankara'ya varan bir yürüyüş. 1920 Ankara'da TBMM'nin açılış programı ve şanlı direniş.
Herşeyin bittiği sanılmasına rağmen, hiçbir şey bitmemişti. Belki maddi manada ciddi sıkıntılar vardı. Aş yoktu, iş yoktu, insanların ciddi bir bölümü şehit düşmüştü. Silah yoktu, ama insanımız inancını kaybetmemişti.
Amerikan mandasını, İngiliz himayesini savunanlara karşı, başta M. Kemal olmak üzere çok çarpıcı bir cevap veriliyordu: "Ya İstiklal ya ölüm". İşte bu parola ile harekete geçildi. Bağımlı yaşamaktansa, ölmek tercih edilir dendi.
Bu aziz millet, tüm maddi yetersizliğine rağmen, inancı ile, kararı ile işgalcileri yurdundan attı.
Bağımsız Türkiye'yi kurdu. Muasır Medeniyeti hedefledi.
80 yıldır, ellerde uygarlık meşalesi, bir koşu sürüyor. Bu vesile ile değerli halkımızın ve özellikle silahlı kuvvetlerimizin 30 Ağustos Zafer Bayramı'nı kutluyoruz.
Bu inanç, bu azim, bu karar olduğu sürece yarınlar ebediyen aydınlık olacaktır.
Bugünlerde ülkemiz üzerine çöreklenen kara bulutlar, yine o günlerin işgalcilerinin eseridir. Ancak kullanılan yöntemler, taktikler ve teknikler farklıdır.
Dün askerle gelindi. Bugün ise kültürle, emperyalist projelerle, kendi paralarını hakim kılmakla geliyorlar. IMF ile Dünya Bankası ile, ekonomik ambargo ile geliniyor.
Ülkemizi bölmek için hazırladıkları projelerle geliniyor. Yani amaç aynı olduğu halde, araçlar değişmiştir.
AB'ye alınacak bir Türkiye'nin milli kimliğinden uzaklaşması lazımdır. Yoksa Türkiye, Türkiye gibi kaldıkça asla AB'ye alınmayacaktır. Ne Doğu ve ne de Batı. Türkiye ancak beklemekle zâfa uğratılmak istenmektedir. Dün 3 bin dolar olan gayri safi milli hasıla, bugün 2 bin dolara düşmüşse arada zayi olan bin dolar, dünün işgalcileri tarafından çalınmış demektir.
Öyleyse, 1920'lerde olduğu gibi, ne manda ve ne de herhangi bir himayeye gönül vermeden, milli bir projeye ihtiyaç vardır. Bu milletin varlığı ve bekası ancak milli projelerle halledilebilir.
O halde yeniden bir Kuvay-ı Milliye gerekir. Bir ayağa kalkış gerekir, bir yürüyüş gerekir.
Bir birlik ve dayanışma gerekir.
Elde bayrak, dilde İstiklal Marşı. Bir ve beraber, gönül gönüle, omuz omuza yürümeliyiz.
Bu inanç, bu amaç, bu gayret olduğu sürece bizden bir çakıl taşı sökmeye kimsenin gücü yetmeyecektir.
Zira "Bu vatan bizimdir, bizim kalacak".
Baki Bektaş / diğer yazıları
- Gerçek hayat ahiret hayatıdır / 09.09.2003
- Tek çare birlik / 11.09.2002
- Misyonerlik faaliyetlerinin boyutları / 30.05.2002
- Halkımız çok iyi bir gözlemci / 25.05.2002
- Derviş'e göre deniz bitti / 24.05.2002
- Aziz ol, Elazığ / 17.05.2002
- Kayseri, sen ne imişsin! / 15.05.2002
- Tek çare birlik / 15.04.2002
- Görebilmek / 08.04.2002
- En büyük terör işgaldir / 06.04.2002
- Tek çare birlik / 11.09.2002
- Misyonerlik faaliyetlerinin boyutları / 30.05.2002
- Halkımız çok iyi bir gözlemci / 25.05.2002
- Derviş'e göre deniz bitti / 24.05.2002
- Aziz ol, Elazığ / 17.05.2002
- Kayseri, sen ne imişsin! / 15.05.2002
- Tek çare birlik / 15.04.2002
- Görebilmek / 08.04.2002
- En büyük terör işgaldir / 06.04.2002