Mesela Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Süheyl Batum, Vatan gazetesinin 30 Eylül'deki nüshasında şöyle bir yorum getiriyor: "Milletvekili Seçimi Kanunu (madde 29) bir oyun geçerli sayılması için 'partinin seçime katılma hakkı olması'na dikkat çekmektedir. Bir partinin seçimlere katılma hakkı olmadığı anlaşılırsa, o partiye verilen oylar 'geçersiz oy' olur..." Seçim Kanunu'nda böyle bir madde yok! Batum, DYP'nin Meclis'e girmesini istiyor.
Demet demet yorum
Tercüman gazetesinden Cengiz Çandar, meseleye DYP açısından yaklaşıyor. Ona göre, DEHAP'a verilmiş oyların "milimi bile" DYP'ye gitmez. Hele hele Mehmet Ağar'ın Genel Başkanı olduğu bir DYP'ye. DEHAP'ın seçmen tabanı malum... PKK'ya sempati ile bakıyorlar. Kongrelerinde İstiklal Marşı okunmuyor, Atatürk posterine yer verilmiyor. "Biji (Yaşasın) Apo" slogaları salonları inletiyor.
Cengiz Çandar, hangi kesimin ne düşündüğü konusunda şunları yazıyordu dünkü yazısında: "Zinde Kuvvetlerciler, AKP'yi 'tehlikeli irtica odağı' gören, hatta 'askeri darbe' ile yıkılmasında dahi bir sakınca görmeyenlerin üzerinde 'mutabık' kaldıkları 'hukuki değerlendirme', seçimlerin toptan iptal edilmesi. Yani, Yargıtay kararı ile 41 milyon küsur oy pusulasının herbirinin 'gayrımeşru', 'hukuk dışı' olduğundan hareketle, seçimlerin iptalinin doğru olacağını savunuluyor. Bunun 'tercümesi' şu: AKP iktidarı bir an son bulmalıdır! Bir de DYP'lilerin 'hukuk ve demokrasi yorumu' söz konusu. Bunlarınki 'Zinde Kuvvetler'inki kadar 'radikal' değil. Seçimlerin toptan iptalini savunmuyorlar. DEHAP oylarının geçersiz sayılması halinde, 'baraj eşiği'nin değişeceğini ve DYP'nin 70'e yakın milletvekili ile üçüncü parti (muhtemelen anahtar parti konumunda ömrünü uzatabileceği şekilde) olarak TBMM'ye girmesinin 'hukuki' olacağını ileri sürüyorlar. Yeni bir seçim DYP için tehlikeli. Yine barajı aşamayıp, dışarıda kalırlar. Böyle bir durumun sonucu, DYP için Türkiye'nin siyasi haritasından silinmek olabilir. O nedenle, DYP'lilerin duruma ilişkin 'hukuk yorumu', seçimlerin yenilenmesi gerekmeden kendilerinin TBMM'ye girmesiyle sınırlı. AKP'lilerin Yargıtay kararının sonuçlarına ilişkin yorumu ise malum. Bu manzaraya bakıp, ortada 'hukuki bir durum' olduğunu söylemek imkansız. Ortada, bir 'siyasi durum' söz konusu ve sonuç, 'siyasi dengeler'in gösterdiği yönde alınacak. Bununla birlikte, üzerinde bence en durulması gereken 'hukuk-siyaset felsefesi' açısından yorumu Tarhan Erdem getiriyor. "Seçimler bittikten sonra, YSK'nın seçimleri bütünüyle iptal etmek yetkisini kabul ettiğimizde, demokrasiyi ve parlamenter sistemi tartışıyor oluruz. Hangi nedenle ve nasıl olursa olsun, Meclis'i fesih yetkisinin, Meclis dışındaki bir organa verilmesi demokrasilerde söz konusu değildir." " Ne yapmalı sorusunun cevabını ise 'tartışmaya açık' biçimde, "Bugünden tezi yok iktidar partisi, yüzde 10 barajı kaldırarak, seçimlerin yenilenmesini Meclis'e önereceğini ilan etmeli, meşruiyet tartışmasının açılmasını önlemelidir" diye veriyor Erdem."
Akyol da işin
içinden çıkamıyor
Hukuk fakültesi mezunu Milliyet gazetesi yazarı Taha Akyol da, işin içinden çıkamayanlardan.
Akyol, "Evvela, seçimler yapılıp, Meclis açılmış olduğuna göre YSK'nın da görevinin bittiği, yeni bir karar alamayacağı şeklindeki görüşlere katılmak mümkün değil" diyor. Ve şöyle devam ediyor yazar: "Seçim kanunlarımızdaki "geçersizlik" düzenlemeleri hep kişilerin seçilme yeterlikleriyle veya oy kullanma, sayım gibi işlemlerdeki usulsüzlüklerle ilgilidir. Mesela, Seçimlerin Temel Hükümleri Hakkındaki Kanun'un 103. maddesi "oy pusulalarının" hangi durumlarda "muteber" (geçerli) olmayacağını tam 11 madde halinde yazmıştır. Oy pusulasına işaret konulması, birden fazla partiye oy verilmesi falan gibi...
Bu madde açısından, DEHAP'a oy verilen pusulalar geçerli olduğuna göre oylar da geçerlidir. DEHAP yöneticilerinin suçu Ceza Kanunu'yla ilgilidir ve verilmiş oyları "geçersiz" saymak doğru olmaz.
Yorum veya kıyas yoluyla da "DEHAP oyları geçersizdir" sonucuna varılamaz çünkü kanun koyucunun amacı, seçim sonuçlarının süratle 'kesinleşmesi', demokratik istikrarın bozulmamasıdır.
Nitekim Seçim Kanunu'nun 33. maddesine göre, birkaç ilde seçim iptal edilse bile, bu durum ülke genelindeki oy ve baraj hesabının yeniden yapılmasını gerektirmez. İlk ilan eden oy dağılımı "geçerli" olmaya devam eder. Her halde kargaşa korkusuna gerek yok: Birinci ihtimal mevcut durum devam edecek, ikinci ve zayıf ihtimal DYP Meclis'e girecektir."
Civaoğlu'nun
gönlü DYP'den yana
Hukuk Fakültesi mezunu Milliyet Yazarı Güneri Civaoğlu, YSK'nın verebileceği 4 farklı karardan en makulü olarak DYP'nin Meclis'e girmesini görüyor. Civaoğlu, AKP'nin Anayasayı değiştirecek güce sahip olmasını içine sindiremiyor. Yazısında da bunu gizlemiyor. Mesela bu konuda şunları yazıyor: "DEHAP oylarının hileyle kullandırıldığı ve yok sayılması gerektiği mantığıyla, barajı indirir. 66 milletvekilliği düşer. Onların yerine barajın üstünde kalacak tek parti olan DYP milletvekilleri Meclis'e girer.
Dengelerin efendisi 4. Bu dördüncüsü dengelerin ortasında yer alan seçenek gibi görünüyor. Şöyle ki: Dengelerden biri "hukuk ve siyaset" arasındadır. İkinci denge ise, demokrasinin temel kuralı ve Anayasa'nın şu ilkesidir. Seçimlerde adalet ve istikrar dengesi olmalıdır. Yani, seçimlerde kullanılan geçerli oylar, mümkün olduğunca çeşitli siyasi görüşlerin Meclis'te temsilini sağlamalıdır."
Civaoğlu'na katılmak mümkün değil. Demokrasilerde halk bir partiye isterse oyların tamamını verebilir. Halka "oyları şu, şu partiler arasında dağıt" diye talimat veremezsiniz. 12 Eylül müdahalesinden sonra yapılan ilk seçimlerde böyle bir deneme oldu ama ters tepti. Horoz amblemli o parti de bir sonraki seçime kadar bile yaşayamadı. Hukuk da oyları yeniden dağıtamaz, dağıtmamalı...
Devlet kurumları...
3 Kasım seçimlerine şaibeyi bulaştıran bizzat devlet kurumları oldu. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı zamanında seçime gidecek partilerin denetimini yapmadı. YSK da, seçim sath-ı mailine girildikten sonra 7 Ekim'de önüne gelen karara, "Bu saatten sonra bunu görüşemem" diyerek sırtını çevirdi. Neticede devletin en ciddi kurumları, böyle bir kaosa sebebiyet verdi. Devlet organları bu temelde hukuk merkezli olmaktan daha çok siyasi merkezli eylemleri şiar edinmiştir, bu tür reflekslerle hareket eder. Yeni Şafak'tan Ali Bayramoğlu, sorunun özünde devletteki merkeziyetçilik anlayışının yattığı görüşünde: "Yüksek Seçim Kurulu'nun karşı karşıya kaldığı açmaz bir anlamda merkeziyetçiliğin ürettiği açmazdır; siyasi reflekslerinden dolayı kendi eliyle ürettiği bir açmazdır. Şimdi bu kurul şöyle ya da böyle yetkilerini aşmak ya da bir meşruiyet krizi yaratmak ikileminin karşısındadır.
Hukuku merkez almak demek toplumu dikkate almak, meşruiyetini toplumsal güçten almak demektir. Türkiye, bugün bu nedenlerle istikrarı tehlikeyi sokacak, siyaseti tepeden dizayn etme niyetinde olanları heveslendirecek saçma sapan bir krizle karşı karşıya? Kriz çözümü ne istikamette olursa olsun sıkıntı taşıyacak. Bu konuda imdada yetişecek olan yine toplumdur: AKP'nin Meclis sayısı ve arkasındaki seçmen desteği seçimli seçimsiz bu krizi dindirebilecek tek unsurdur."