Yazar Nedim Gürsel yıllardır Paris'te yaşıyor. Kentin kuzey varoşlarını yakından tanıyan Gürsel, dün Milliyet'te yeralan yazısıyla orada yaşayanların dünyasına empatiyle bakan bir yazar olarak izlenimlerini okurlarla paylaştı Ilya Ehrenburg ünlü romanı "Paris Düşerken"de, İkinci Dünya Savaşı'nda Nazilerce işgal edilen Fransız başkentinin, bombalanmasın diye "açık kent" ilan edilişinden söz eder. O zaman yanıp yıkılmaktan kıl payı kurtulan Paris şimdi yanıyor. Aslında yanan, yıkılan, göçmen gençlerin isyanıyla denetimden çıkan, kent merkezi, yani "intra-muros-surların içi" değil, daha çok kuzey varoşlar. (Macarca kökenli de olsa, dilimize yerleşmiş, hepimizin benimsediği "varoş" sözcüğünü Fransızca "banlieu"ye tercih etmemi, umarım okurlar anlayışla karşılayacaklardır!) Bu kenar semtler, Neuilly gibi burjuvaların oturduğu birkaçı hariç, genelde işçi semtleriydi. Kentin kuzeyini kuşattıkları ve uzun yıllar genelde komünist partiye oy attıkları için de "kızıl kuşak" olarak adlandırılıyorlardı. Şimdi oralarda şiddetin hayaleti dolaşıyor. Arabalar, otobüsler, ne yazık ki okul ve işyerleri de dahil, toplumsal ve idari kurumları barındıran yapılar ateşe veriliyor.Alevler Paris'in bazı kuzey mahallelerini de sardı, ama şimdilik "ışıklar kenti"nin eski görkeminden fazla bir şey yitirmediği, eski parıltısını, benzersizliğini hâlâ sürdürdüğü söylenebilir. Her zamanki gibi, olan yine varoşlara, yoksulların, göçmenlerin, işsizlik oranının yüzde 40'lara vardığı semtlerin sakinlerine oluyor. Gençlerin isyanının ekonomik ve toplumsal nedenleri var elbette, oysa hükümet, özellikle de İçişleri Bakanı Nicolas Sarkozy'nin sert tutumunu benimseyen sağ kanat, bazı yerlerde valilerin sıkıyönetim ilan edebileceklerini açıkladı. Sefalet yüklü kentlerToplumbilimcilerin "yatakhane kent" diye adlandırdığı yerleşim alanlarında konutlar, üst üste yığılmış, balkonsuz, dar ve karanlık apartman katlarından oluşur. Bir zamanlar sanayi işçilerinin oturduğu bu "yatakhane"lerde, şimdi göçmen işçiler, özellikle de Magrip ülkeleriyle Siyah Afrika'dan gelenler yaşıyor. İsyan edenler de onların çocukları zaten, Fransa'da doğup büyüyen, ne var ki kendilerine eşit davranılmayan çoğu Müslüman kökenli gençler. Onları tek tük kahvelerin teraslarında bile göremezsiniz. Konutların önünde toplanıp yüksek sesle tartıştıklarını duyabilirsiniz ancak.Neye ihtiyaçları var?Konuştukları Fransızca da bir başkadır, Sorbonne'da öğretilen Fransızcaya benzemez. Adları da Muhammed, Ahmed, Selim'dir, aralarına bir ya da iki Michel ve François karışsa da. Okula gitmezler, spor da yapmazlar. İş aramaktır işleri güçleri ama kapılar yüzlerine kapanır. Eğer böyle olmasaydı, bu umutsuz ve kırılgan gençleri "ayak takımı" diye dışlamazdı içişleri bakanı. Onların da Fransız toplumunda yerleri olduğunu, Fransız anayasası gereğince her yurttaş gibi hakları ve görevleri bulunduğunu, toplumda eşit şanslara sahip olmaları gerektiğini belirtirdi. Ama öyle yapmadı, varoş sakinlerine, mahallelerinin bu "pislikten" temizleneceği sözünü verdi.