ABD, petrole bağımlılığını bir türlü azaltamıyor. Bush yönetiminin Ortadoğu politikasının, Hindistan'la yaptığı nükleer anlaşmanın ve Çin ile Latin Amerika'ya şüpheli yaklaşımının da nedeni enerji Bunu söylemek pek revaçta değil, fakat Irak savaşı petrolle ilgiliydi. Tamamen değil, fakat kitle imha silahları veya Kaide ile bağlantılardan çok petrolle ilgili olduğu kesin. 1991'deki Irak savaşı da petrolle ilgiliydi ve eğer ABD gelecekte İran veya Çin'le savaşa girerse muhtemelen bu da petrol yüzünden olacak. Petrol, Amerikan ekonomisi için hayati öneme sahip kıt bir kaynak. Ülke içi üretim 1970'lerde zirveye çıkmıştı. ABD halihazırda petrolünün yaklaşık yüzde 60'ını ithal ediyor. Dünya kaynaklarının da yaklaşık 10 yılda zirve yapması bekleniyor. Öte yandan Amerika'nın petrol tüketimi sürekli olarak artıyor; 1995-2004 arasında günde 3.9 milyon varil arttı. Bu miktar, aynı dönemde günlük tüketimi 2.8 milyon varil artan Çin ile neredeyse aynı. Talebin daimi olarak arttığı, arzın ise talebi karşılamakta zorlandığı bir ortamda, haliyle fiyatların yükselmesi ve belli bir noktada bu artışın aşırı derecede hızlanması beklenebilir. Bu da Amerikan ekonomisi için bunalım anlamına gelecek. Tarımdan ulaşıma dek bir yığın teşebbüs petrole bağlı. Bu alanlar ayakta kalmakta zorlanacak. Yükselen petrol ithalatı, artan ticaret açığıyla birleştiğinde, ABD'nin dış borçlarını doruğa çıkararak doları tehdit edecek. Dolar, avro ve diğer para birimleri karşısında değer kaybederse, petrol üreticileri fiyatlarını diğer para birimleriyle belirlemek isteyecek. Bu da petrolü Amerikalılar için daha da pahalı hale getirecek. Ticaret açığı artacak, doların dünya para birimi olarak terk edilmesi riski doğacak ve ABD'yi bütçe kesintileri ve vergi artışları yapmak zorunda bırakacak. Petrol kıtlığı çatışmaya yol açacak ABD bu süreci hafifletebilir, hatta engelleyebilir, ama bu kolay olmayacak. Amerikalılar, özellikle otomobiller konusunda ciddi bir azaltma programını kabul etmek zorunda. Ama hayatını araba, banliyö ve otobanlar üzerine inşa etmiş bir ülkede bu pek de yararlı bir siyasi program sayılmaz. Bu da geriye daha da netameli bir alternatif bırakıyor: ABD, dünya petrol kaynaklarına imtiyazlı biçimde ulaşmak ve diğer ülkeleri benzer ulaşımdan mahrum bırakmak arayışına girebilir. Bu da savaşa yol açabilir. Bush yönetiminin tasarruf programı yetersiz. Program, hidrojen yakıtlı araçlar gibi buluşları içeriyor. Fakat yönetim savaş ihtimali için de hazırlık yapıyor. Pentagon'un dört ayda bir yayımlanan savunma raporunun sonuncusunda Çin'le savaş tehdidinin ele alınması dikkat çekiyordu. Rapora göre Çin, 'ABD ile askeri rekabete girme potansiyeli en yüksek olan ülke konumunda ve ABD karşı stratejiler geliştirmezse Çin'in askeri teknolojileri Amerika'nın geleneksel askeri avantajlarını ortadan kaldırabilir'. Çin, Latin Amerika, İran ve HindistanABD yönetiminin martta yayımladığı gözden geçirilmiş Ulusal Güvenlik Stratejisi'nde ise 'Çin liderlerinin dünya çapındaki enerji kaynaklarını bir şekilde kilitleyerek ve enerji kaynakları zengin ülkeleri destekleyerek barışçı tutumu terk etmesi halinde savaşın patlak verebileceğinden' dem vuruluyor. Bu iki cümle de petrole atıfta bulunuyor. İnsancıllar 'kaynakları zengin ülkeler' ifadesini Çin'in Sudan'la yaptığı anlaşmalardan ibaret sanabilir, ama burada daha büyük olasılıkla, Çin'in ABD'nin düşmanı İran ve Venezüella ile yaptığı anlaşmalara atıfta bulunuluyor. Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, ay başında Senato Dış İlişkiler Komitesi'nde yaptığı konuşmada, Çin, İran ve Venezüella kaynaklı tehditleri özetledi: "Enerji sorunuyla ilgili bir şeyler yapmamız lazım. Dışişleri bakanı olarak dünya çapındaki enerji politikasından endişeliyim. Enerji kozunu kullanan bazı küçük ülkeler, normalde sahip olmayacakları olağanüstü güç ediniyor ve bu gücü uluslararası sistem adına kötü bir şekilde kullanıyor. Hızlı büyüyen bazı ülkeler, Çin ve Hindistan gibi enerji ülkeleriyle dünyanın dört bir köşesinde bağlantıya girmek arayışında. Daha önce görmediğimiz ülkeler çıkıyor karşımıza ve bu, diplomasimiz açısından ciddi bir meydan okuma yaratıyor". Çin, donanmasını hızla büyütüyor ve amacı Tayvan'a saldırmak değil, Ortadoğu'dan gelen enerji rotalarını korumak. Ve ABD Çin'e karşı 'tedbir' stratejisi takip ediyor. Pentagon sözcüsü Bryan Whitman'a kulak verelim: "Çin'i sorumlu bir uluslararası ortak olmaya teşvik eden ABD politikası. Ama Çin'in müstakbel rotasını kuşatan bir şeffaflık yok ve belirsizlikler var. Bu yüzden biz ve diğerleri bu bilinmeyene karşı gardımızı alıyoruz". Burada 'gard', Guam'da büyük bir deniz ve hava yığınağı inşa etmek anlamına geliyor. Pentagon yetkilisi James Thomas, 'tedbir stratejisini' Washington Times'ta şöyle tanımlıyor: "Bombardıman unsurlarının Guam'a rutin bir temelde konuşlandırılmasına çalışıyoruz. Deniz gücümüzün küresel durumuyla ilgili düzenlemeler de yapıyoruz. Pasifik'teki altı savaş filosunu, küresel nakliyat ve ticaret rotalarındaki değişime uygun biçimde yeniden konumlandırıyoruz. Gelecek birkaç yıl içinde askeri denizaltı filomuzun yaklaşık yüzde 60'ını Pasifik'e kaydıracağız". ABD'nin Hindistan ile nükleer anlaşması da petrolle ilgili. ABD, Hindistan'a sivil ve askeri amaçlı nükleer materyal satmayı kabul ederek Nükleer Silahların Yayılmasını Engelleme Anlaşması'nı deldi. Hindistan bu materyalleri sivil reaktörlerde kullanarak petrol talebini azaltacak; aynı materyalleri silah yapımında kullanarak da Çin'in gücünü dengeleyecek. Yani ABD bu işten kazançlı çıkacak. Amerika'nın İran'la sürtüşmesi de temelde petrolle ilgili. Öyle olmasa, İran'ın üreteceği bir atom bombası ABD'ye doğrudan tehdit teşkil etmez. Neticede İsrail'in de elinde İran'ı caydıracak imkânlar var. Ama nükleer silahlar İran'ın Körfez'deki diğer petrol üreticileri üzerindeki nüfuzunu artırabilir. Amerika'nın Saddam'la ilgili korkusu da kısmen buydu. İran petrolünü dolarla değil avroyla fiyatlandırma niyetini açıkladı bile; ama henüz bunu yapacak üstyapıya veya diğer petrol devletlerinin desteğine sahip değil. Barışçı paylaşım nasıl sağlanır? Peki ABD, Irak'ı neden işgal etti? Bir sürü nedenden biri, OPEC'e karşı bir petrol ağırlığı yaratmaktı. Yeni muhafazakârlar, ABD yanlısı bir Irak'ın OPEC'ten çıkacağını ve zengin kaynaklarıyla petrol fiyatlarını aşağı çekeceğini sanıyordu. Bu elbette ki gerçekleşmedi. Bush yönetiminin Irak'ta kalmak zorunda hissetmesinin bir nedeni de Kerkük'teki petrol kaynaklarının iç savaşla imha edilmesini önlemek ve yeni Irak rejiminin ABD'nin petrol ihtiyaçlarını zora sokmak için İran'ın yanında saf tutmamasını sağlamak. ABD farklı bir strateji izleyebilir. Ülke içindeki ciddi bir tasarruf programını, kaynaklar üzerinde savaşı önlemeyi amaçlayan yeni bir uluslararası petrol anlaşmasıyla birleştirebilir. Buna, 'Yeşil uluslararasıcılık' diyebilirsiniz. Ama Bush yönetiminden bu adımların bir tekini bile atmasını beklemeyin. Ne yazık ki temkinli bir Demokrat yönetim de aynı yolda devam edecek. John B. Judis/ Radikal