CO?RAFYAMIZA YÖNELİK SÖMÜRGE SÜRECİNİN SARIKLI TAŞERONLARIABD'nin, BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) namına, coğrafyamızdaki 22 ülkenin sınırlarını, dinini, düzenini ve kimyasını değiştireceğini şimdiki Dışişleri Bakanı C.Rice'nin kaleminden ve ağzından duymayan kalmamıştır herhalde... Bölgemizin sağır sultanları bile işitmiştir. BOP'un ne olduğunu ise, "Amerika'nın Irak'ı işgali"yle ve işgalin başkomutanı W. Bush'un "Bu bir Haçlı seferidir" nitelemesiyle herkes kavramıştır. Artık görünen BOP, kılavuz istemiyor çünkü.ABD, bölgemiz üzerindeki bu "hesaplaşma misyonu"nu yine "halen fiili ortağı" pozisyonundaki İngilizler'den II. Dünya Savaşı'ndan sonra devralmıştır. O sürece kadar coğrafyamız üzerinde, İngilizler cirit atıyor; Osmanlı başta olmak üzere bölgeyi parsellemekle, bölüp parçalamakla İngilizler ilgileniyordu.Bugün "Bizi kullanın ve bu adamı kullanın, delikten aşağıya doğru süpürmeyin..." cümleleriyle işgalci-sömürgeci Amerika'nın "derin lobi"lerinden bölgeye ve BOP'a ilişkin siyasal, dinsel veya bir başka "taşeronluk" dilenenlerimiz veya ABD'nin "stratejik ortağı" olan yerlilerimiz olduğu gibi... Dün, Osmanlı'nın kurtlar sofrasına konulup parçalandığı 18.-20. yüzyıl sürecinde de sömürgeci İngilizler'in elemanı, taşeronu ve stratejik ortağı olan pek çok yerli ve yabancı hizmetkârlar vardı.Şefleri değişse de birbirinin devamı olan bu iki Haçlı işgal sürecini ve bu süreçlerin siyasal-sosyal-dinsel "yerli taşeronları"nı, mukayeseli olarak tahlil ve teşhis etmemiz gerekiyor. Aksi halde ülkemizin sürüklendiği "çökertme ve bölünme"nin önünü almamız mümkün olmayacaktır. BOP'un merkezindeki Türkiye'mize yönelik "içten çökertme ve yerliler eliyle bölüp parçalama" süreci, Irak'ın işgalinde görüldüğü gibi "somut işgal", elle tutulur bir "vahamet" veya "yakın tehdit" olarak algılanamıyor. Zira Türkiye'deki BOP süreci, daha çok "bizi kullanın..." teklifleriyle AB ve ABD'nin derin lobilerine kapak atan "kimi yerlilerimiz" eliyle kotarıldığı için, geniş halk kesimi gelişmeleri geç fark edebiliyor. Ancak Türk Milleti, Türk devleti ve mukaddes vatan hususunda birinci derece etki ve yetki sahibi olanların, böyle bir göz yanılgısına, böylesi bir zihin, algı ve basiret karmaşasına düşme lüksü yoktur. Dolayısıyla devlet ve millet olarak, geçmişimizin ve yakın tarihimizin bize sunduğu ışık, ibret ve tecrübeyle bugünümüzü ve geleceğimizi aydınlatıp çok sağlam basarak ve riskleri en aza indirip yürümek zorunluluğumuz vardır. Bu bağlamda her bir Türk evladı, basiretli "bir devlet adamı" gibi dünü, bugünü ve geleceği tahlil etmek durumundadır.Bugün herbir Türk evladı milletinin, devletinin, dininin, vatanının, bayrağının, namusunun, ekonomisinin, medeniyetinin sahibi olmak durumundadır.Bunun adı siyaset ise siyasetçi, bunun tarifi Kuvay-ı Milliye ise Kuvay-ı Milliyeci, bunun tanımı vatanperverlik ise vatanperver olmak mecburiyeti vardır.Böylesi bir vazife, asla "lüks" değildir, asla "fantezi" değildir; bilakis bir zorunluluktur, bir vatan borcudur, bir namus borcu, bir din borcudur, bir insanlık borcudur.Ne hazin bir tecellidir ki, bölgemizde, yüzyılın başında Osmanlı ve Kuvay-ı Milliye'ye karşı İngilizler ve onların muhipleriyle aynı "ittihad bayrağı" altında saf tutanlar, yüzyılın ortasında Amerika ve onların uzantılarıyla din adına ve siyaset adına kolkola girdiler. Bu sürecin Anadolu coğrafyasındaki en gözde örneği Said Nursî, Hicaz bölgesindeki en tipik mümessilleri ise Cemalettin Efganî, Reşit Rıza ve Muhammed Abduh'tur.Bölgemizde ve ülkemizde İngiliz ve Amerikan hesapları yerleşik düzene geçip olgunlaştıktan sonra ise "kûşe-i uzlet"lerine çekilerek güya "siyasetten Allah'a sığındı"lar. Böylece topraklarımızda eşkin atan Avrupacı ve Amerikancı politikanın önünün açılması için şakirtlerine bir yandan "siyasetten Allah'a sığınmaları"nı talim ettirdiler, öte yandan etraflarına topladıkları muhiplerini "Müslüman fötrlü" Amerikancı ve AB'ci politikacıların payandası haline dönüştürdüler. Ellerine risale tutuşturabildikleri bir kısım millet evlatlarını, Osmanlı'ya karşı İngiliz güdümlü "İttihad-ı Muhammediye"den İttihat ve Terakki'ye, oralardan Kuvay-ı Miliye karşıtı derneklere, oralardan Morrison Süleyman'ın AP'sine ve nihayet AB'ci-Amerikancı politikaların üssü halindeki AKP'ye uzanan politik çizgide odakladılar; adeta milli duruş ve milli düşünüşten mahrum bıraktılar.Bu misyonun mirasçısı durumundaki "diyalogcu nurcular", bugün, bir yandan güya "siyasetten Allah'a sığınma" şeklindeki aynı klasik yöntemi bayraklaştırırken, diğer yandan da muhiplerini "AB sevdalısı, Amerika'nın stratejik ortakçısı ve IMF taşeronu AKP hükümeti"nin "yegâne payandası" ve destekçisi pozisyonunda tutmaktadırlar.Bir yandan "Dine ve millete hizmet, particilik ve politika anlamında siyasetten ısrarla uzak durmaya bağlıdır... Aksi, davaya ihanet olur" diye kalem oynatarak Türk evladını "milletinin, devletinin, dininin, vatanının, bayrağının, namusunun, ekonomisinin, medeniyetinin sahibi olmak"tan uzak tutmaya çalışanlar; öte yandan muhiplerine, aynı köşelerinden "Çözüm AKP'de" başlığıyla "apaçık politik yönlendirme" yapmayı ve hatta "Kuvay-ı Milliye çeteciliktir" yaklaşımıyla "milletimizin gönlündeki ecnebîye karşı milli direnci örselemeyi" en stratejik hizmet olarak ortaya koyabilmektedirler.Bu sebeple, belki en az AB kadar, en az ABD ve IMF kadar, hatta onlardan önce "asıl teşhis edilmesi gereken"ler, bunlardır.Coğrafyamıza ve ülkemize yönelik, dünün İngilizlerinin sömürge sürecinden bugünün işgalci ABD'sinin BOP sürecine değin oldukça ilginç misyon üstlenen Said Nursi'nin ve yerli mirasçılarının "geçmişten günümüze duruşları"nı, "kendi belgeleri ve kendi bilgi kaynakları" ışığında kısa başlıklar halinde de olsa tahlil edelim dilerseniz.
Mehmet EMİN KOÇ / eminkoc@yenimesaj.com.tr