Tamil Kaplanları'nın elindeki bölgede, arabamızın içinde bir Kaplanla birlikte ilerlerken, Sri Lanka'nın diğer bölgelerinde şeytan olarak algılanan bu insanların arasında olmak garip bir duygu verdi bana. Bu kişilerle en ufak bir bağlantı bile Sri Lanka'da hapse atılmanıza yeterli.
Asilerin elindeki bölgeye girmek, aynanın içinden karşıya geçmeye benziyordu. Tamil Kaplanlarının gelişkin bir yönetim sistemine sahip olduklarını hayal bile etmemiştim. Onların da polis karakolları vardı. Önlerinde kırmızı beyaz boyalı saksılarda çiçekler asılı duran karakollar. Polisin üniforması da Sri Lanka polisi ile aynıydı. Tek fark göğüslerindeki kaplan rozetiydi. Karşılaştığım bir polisin kemerinde elinde kılıç sallayan aslan simgesi gözüme çarptı. Bu, Sri Lanka polisinin resmi simgesi. Bu adam eskiden Sri Lanka polisinde görev yapıyormuş. Kendisi bu görevi yaparken, ülkede çoğunluğu oluşturan Sinhallilerin Tamil toplumuna saldırıp katlettiklerine tanık olmuş. Sinhal polislerin tepkisinden korkarak o da katliam karşısında sesini çıkaramamış. Kemerinde yanlış hayvan simgesine dikkatini çektiğimizde bize, "Aslanın kuyruğunu da kılıcını da kopardım" dedi.
Teknolojiden bihaberler
Sri Lanka'nın en kötü yollarında beş saat süren yolculuk ardından asilerin denetimindeki en büyük kent, KİLİNOÇÇİ'ye ulaştık. O sırada, 10 savaş esirini bir barış grubuna teslim etme kararı alan asilerin basın toplantısı sürüyordu. Oraya yanlarında uydu telefonu ile giden bir tek bizdik. Bu yüzden de, etrafımız birden, sekiz yıldır ülkenin güneyindeki aileleri ile konuşamamış esir askerlerle çevrildi. Kimileri eşleri kimileri anne babalarıyla konuşurken gözyaşyarını tutamıyordu. Ailelerine, serbest bırakıldıkları müjdesini veriyor ve ülkenin güneyinde buluşma planlarını aktarıyorlardı.
Ertesi gün Tamil Kaplanları, küçük olmasına karşın çok net ses kalitesine sahip olan uydu telefonumuza ilgi gösterdiler ve yakından incelemek istediler. Bu telefonla aktardığım mülakatları radyodan dinlemişler ve ses kalitesi onları şaşırtmış. Şimdi uluslararası tedarik bağlantılarını harekete geçirmiş ve aynı telefondan çok sayıda sipariş vermiş olabilirler. Bu siparişleri de herhalde deniz yoluyla yakında kendilerine ulaşacaktır.
Bir otel olmadığını söylemeye bile hacet duymadığım bir kentte akşam olunca asiler, bizim için kalacak bir yer düzenlemeye koyuldular. Gecenin 11'inde marangozların sesini duyuyorduk. Asilere, yerde de yatabileceğimizi, bizim için bir sorun olmayacağını söyledik. Ancak bir süre sonra, üzerine sivrisineklere karşı bir ağ takılı, güzel bir yatak inşa ettiklerini gördük.
Bununla birlikte, Sri Lanka'nın bu bölgesi sanki Afganistan'ın tropikal haline benziyor. Hayal bile edilemiyecek ölçüde mayınlı ve tahrip olmuş durumda. Ülkenin diğer bölgelerinin en az 100 yıl gerisinde sanki. Akar su yok, elektrik yok. Çocuklar, hava bombardımanında duvarları ve tavanları yıkılmış okullara gidiyor. Gençler hayatlarında bir bilgisayar, telefon veya tren bile görmeden büyüyor. Öksüz bir çocuk, hava bombardımanından nasıl korunabilecekleri konusunda çocukların eğitime ihtiyacı olduğunu söyledi bana. Şimdiye kadar Sri Lanka hükümeti, asilerin denetimindeki bölgelerde yaşayan insanları cezalandırma yolunu seçmiş. Dörtyüzbin kişiye bakan tek hastaneye hayat kurtarıcı ilaçların gönderilmesini yasaklamış. Hükümet, asilerin savaş yeteneğini artırabilir korkusuyla akaryakıt ve inşaat malzemelerinin, hatta kibrit ve pil gibi maddelerin bu bölgeye girişine izin vermiyor.
Ancak hükümetin asi bölgelere yönelik ekonomik ambargosunun tamamen etkisiz olduğunu son gün görebildik. Bizleri, Tamil Kaplanlarının askeri kanadının, bir Sri Lanka ordu kışlasına saldırı tatbikatı yaptığı yere götürmüşlerdi. Bizim için mini bir savaş tertiplediler. Korkunç çatışmalara girdikleri her hallerinden belli 60 erkek, 60 kadın savaşçı, makineli tüfekler, RPG lançerleri ve havan toplarından hakiki mermilerle ateş kusmaya başladı. Müthiş ateş gücünü izlerken, kendi kendime "iyi ki karşılarında kimse yok" diye sevindim. Ama en çok dikkatimi çeken, bayıltıcı sıcakta, uzun saçları arkadan örülmüş, üniformalı küçük kadın savaşçıların, çoğu erkeğin bile güç yetiremiyeceği ağır silahları taşımalarıydı. Gösteri sona erdiğinde ise birer savaşçı olmaktan çıkmış birbirleriyle şakalaşan, gülüşen birer kız oluvermişlerdi.