Mesut Yılmaz Fransa'da istasyona serilen Kıvrıkoğlu fotoğrafı için "Avrupa özgürlüklerin geniş olduğu yer. Bazı sivil toplum örgütleri saçmalıklar yapabiliyor. Ben Genelkurmay kadar ciddiye almıyorum" demiş. Zaten ciddiye alsa şaşardım.
Peki Mesut Yılmaz ve şürekâsı Türkiye'yi de aynı Avrupa'da olduğu gibi "özgürlüklerin geniş olduğu bir yer" yapmak istemiyorlar mı? STÖ'lere aynı Avrupa'daki gibi bir statü kazandırmak istemiyorlar mı? STÖ veya NGO'ların, "küreselleştiren" devletlerin yeni dünya düzenindeki diplomatik araçları olduğu artık bilinmeyen bir şey değil.
"Küreselleştiren" devletlerin NGO'ları, hedef ülkedeki ortakları-şubeleri-temsilcileri-paralel örgütleri aracılığı ile o ülkeyi "küreselleştirmeye" çalışırlar. Ülkenin adı da "küreselleştirilen" olur. Günlük dile tercüme edecek olursak "müstemleke-sömürge" olur.
Türkiye İhracatçılar Meclisi ile Güneydoğu Anadolu İhracatçılar Birliği'nce düzenlenen, "Süreçlerle Yönetim'' konulu bir panele katılan Devlet Bakanı Tunca Toskay "Küreselleşmeyi yönlendirme şansımız yok.." buyurmuş. Küreselleşme olgusunu, Türkiye büyüklüğündeki bir ekonominin büyük ölçüde kontrol etme ve yönlendirme şansının pek olmadığını söyleyen Toskay oyunu onların koyduğu kurallarla oynamamız gerektiğinin altını çizmiş.
Yâni Toskay "Şartları değiştiremiyorsan oluruna bırak, canını sıkma" demeye getirmiş. Bunun adı teslimiyet değil de nedir? İdarecileri tarafından "teslimiyet" durumuna sokulan ülke için üç gün içinde cereyan eden şu davranışlar elbette yadırgatıcı olmaz.
Yadırgatıcı olmaz ama acıtıcı olur.
Dışişleri Bakanı Cem'in yakın dostu ve "mozaik türküleri kaseti" hediye ettiği, İsveç'in sarışın alımlı bayan Dışişleri Bakanı Lindh, Aftonbladet gazetesinde tam sayfalık bir makaleyle hükümetinin görüşlerini açıklamış ve demiş ki; "KADEK'in terörizmden uzak kalacağını açıklamasını memnuniyetle karşılıyoruz. Bu nedenle KADEK'e listede yer verilmesine karşı olmamız çok doğaldır". Kürtçe radyo ve TV yayınlarına izin verilmesi, Kürt yazar ve gazeteciler üzerindeki 'baskıların' sona erdirilmesi, çocuklarına Kürtçe isim veren bazı aileler hakkında açılan davaların düşürülmesi için yoğun bir çalışma yürüttüğünü belirten Lindh kağıt üzerinde birçok reform kararı alınmasına rağmen, pratikte sorunlar yaşandığını ifade etmiş. Mayıs başında Türkiye'ye yapacağı ziyareti, Diyarbakır'a gitmesine izin verilmediği için iptal ettiğini hatırlatan Lindh, Ankara'nın kararından çok üzüntü duyduğunu belirtmiş. İsveçli bakan, aday ülke olarak Türkiye'nin, AB üyesi bir ülkenin dışişleri bakanına ülkenin bazı yerlerini kapalı tutmasının dünyada görmezden gelinemeyeceğini savunarak "Türkiye'de Kürtlerin hakları konusunda henüz büyük ilerleme kaydedilmemesine rağmen", İsveç'in çabalarıyla AB çevrelerinde geniş destek sağlandığını ifade eden Anna Lindh, Kürt örgütleriyle yakın işbirliğiyle mücadeleyi sürdüreceklerini belirtmiş.
Bu arada Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Türkiye'ye, Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılan DEP'in cezaevinde bulunan 4 eski milletvekilinin yeniden yargılanması için gerekli düzenlemeyi yapması çağrısında bulunmuş.
Bütün bunlar olurken Türkiye'de 1 Mayıs bu sene "olaysız" ve "tam bir bayram gibi" kutlandı. Ankara'daki gösterilere katılan HADEP grubu, "Selam İmralı'ya Bin Selam'' diye Kürtçe sloganlar attı. PKK'yı terör listesine alan Avrupa'ya Diyarbakır'dan 'Kahrolsun Avrupa' sloganı yükseldi. ADANA'da HADEP'e üye kadınlar, çocuklarıyla birlikte ağızlarına siyah bant çekip, 'Dile ve emeğe kelepçe vurulamaz' yazılı siyah zeminli pankart taşıdı. İzmir'de tören alanında çalınan 10. Yıl Marşı, aralarında öğrencilerle daha önce yasadışı DHKP-C örgütü lehine slogan atanların bulunduğu yaklaşık 200 kişi marş çalınırken, ıslık çalıp yuhaladı.
1 Mayıs'ın "olaysız kutlandığı" böyle bir Türkiye'de Başbakan Yardımcısı Yılmaz'ın "Fransızları Genelkurmay kadar ciddiye almıyorum" demesinden daha tabii ne olabilir?
Fransızlara tepkiyi; devletin diğer kademelerinden çıt çıkmayınca asker göstermek durumunda kalmıştır. Hep böyle olmuyor mu? "Bağımsızlığı" bile ilgilendiren konularda sorumlular susunca asker konuşuyor, sonra da çok konuştu oluyor.
"Çarıklı erkânıharpler" akıllarınca "ince politika yapıyorlar, ateşi maşa varken elleriyle tutmuyorlar, böylece netameli konularda faturanın askere kesilmesini sağlamış oluyorlar.
İyi de bunun adı "ince politika" değil, "derin politika" olmaz mı?
Yoksa "derin devlet" de kendi marazî beyinlerinin bir yan ürünü mü?
Peki Mesut Yılmaz ve şürekâsı Türkiye'yi de aynı Avrupa'da olduğu gibi "özgürlüklerin geniş olduğu bir yer" yapmak istemiyorlar mı? STÖ'lere aynı Avrupa'daki gibi bir statü kazandırmak istemiyorlar mı? STÖ veya NGO'ların, "küreselleştiren" devletlerin yeni dünya düzenindeki diplomatik araçları olduğu artık bilinmeyen bir şey değil.
"Küreselleştiren" devletlerin NGO'ları, hedef ülkedeki ortakları-şubeleri-temsilcileri-paralel örgütleri aracılığı ile o ülkeyi "küreselleştirmeye" çalışırlar. Ülkenin adı da "küreselleştirilen" olur. Günlük dile tercüme edecek olursak "müstemleke-sömürge" olur.
Türkiye İhracatçılar Meclisi ile Güneydoğu Anadolu İhracatçılar Birliği'nce düzenlenen, "Süreçlerle Yönetim'' konulu bir panele katılan Devlet Bakanı Tunca Toskay "Küreselleşmeyi yönlendirme şansımız yok.." buyurmuş. Küreselleşme olgusunu, Türkiye büyüklüğündeki bir ekonominin büyük ölçüde kontrol etme ve yönlendirme şansının pek olmadığını söyleyen Toskay oyunu onların koyduğu kurallarla oynamamız gerektiğinin altını çizmiş.
Yâni Toskay "Şartları değiştiremiyorsan oluruna bırak, canını sıkma" demeye getirmiş. Bunun adı teslimiyet değil de nedir? İdarecileri tarafından "teslimiyet" durumuna sokulan ülke için üç gün içinde cereyan eden şu davranışlar elbette yadırgatıcı olmaz.
Yadırgatıcı olmaz ama acıtıcı olur.
Dışişleri Bakanı Cem'in yakın dostu ve "mozaik türküleri kaseti" hediye ettiği, İsveç'in sarışın alımlı bayan Dışişleri Bakanı Lindh, Aftonbladet gazetesinde tam sayfalık bir makaleyle hükümetinin görüşlerini açıklamış ve demiş ki; "KADEK'in terörizmden uzak kalacağını açıklamasını memnuniyetle karşılıyoruz. Bu nedenle KADEK'e listede yer verilmesine karşı olmamız çok doğaldır". Kürtçe radyo ve TV yayınlarına izin verilmesi, Kürt yazar ve gazeteciler üzerindeki 'baskıların' sona erdirilmesi, çocuklarına Kürtçe isim veren bazı aileler hakkında açılan davaların düşürülmesi için yoğun bir çalışma yürüttüğünü belirten Lindh kağıt üzerinde birçok reform kararı alınmasına rağmen, pratikte sorunlar yaşandığını ifade etmiş. Mayıs başında Türkiye'ye yapacağı ziyareti, Diyarbakır'a gitmesine izin verilmediği için iptal ettiğini hatırlatan Lindh, Ankara'nın kararından çok üzüntü duyduğunu belirtmiş. İsveçli bakan, aday ülke olarak Türkiye'nin, AB üyesi bir ülkenin dışişleri bakanına ülkenin bazı yerlerini kapalı tutmasının dünyada görmezden gelinemeyeceğini savunarak "Türkiye'de Kürtlerin hakları konusunda henüz büyük ilerleme kaydedilmemesine rağmen", İsveç'in çabalarıyla AB çevrelerinde geniş destek sağlandığını ifade eden Anna Lindh, Kürt örgütleriyle yakın işbirliğiyle mücadeleyi sürdüreceklerini belirtmiş.
Bu arada Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Türkiye'ye, Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılan DEP'in cezaevinde bulunan 4 eski milletvekilinin yeniden yargılanması için gerekli düzenlemeyi yapması çağrısında bulunmuş.
Bütün bunlar olurken Türkiye'de 1 Mayıs bu sene "olaysız" ve "tam bir bayram gibi" kutlandı. Ankara'daki gösterilere katılan HADEP grubu, "Selam İmralı'ya Bin Selam'' diye Kürtçe sloganlar attı. PKK'yı terör listesine alan Avrupa'ya Diyarbakır'dan 'Kahrolsun Avrupa' sloganı yükseldi. ADANA'da HADEP'e üye kadınlar, çocuklarıyla birlikte ağızlarına siyah bant çekip, 'Dile ve emeğe kelepçe vurulamaz' yazılı siyah zeminli pankart taşıdı. İzmir'de tören alanında çalınan 10. Yıl Marşı, aralarında öğrencilerle daha önce yasadışı DHKP-C örgütü lehine slogan atanların bulunduğu yaklaşık 200 kişi marş çalınırken, ıslık çalıp yuhaladı.
1 Mayıs'ın "olaysız kutlandığı" böyle bir Türkiye'de Başbakan Yardımcısı Yılmaz'ın "Fransızları Genelkurmay kadar ciddiye almıyorum" demesinden daha tabii ne olabilir?
Fransızlara tepkiyi; devletin diğer kademelerinden çıt çıkmayınca asker göstermek durumunda kalmıştır. Hep böyle olmuyor mu? "Bağımsızlığı" bile ilgilendiren konularda sorumlular susunca asker konuşuyor, sonra da çok konuştu oluyor.
"Çarıklı erkânıharpler" akıllarınca "ince politika yapıyorlar, ateşi maşa varken elleriyle tutmuyorlar, böylece netameli konularda faturanın askere kesilmesini sağlamış oluyorlar.
İyi de bunun adı "ince politika" değil, "derin politika" olmaz mı?
Yoksa "derin devlet" de kendi marazî beyinlerinin bir yan ürünü mü?
Hüseyin Mümtaz / diğer yazıları
- Ekonomi, İslam ve Rusya / 01.04.2006
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002