Yıllardır Türkiye'yi tanıtmak için milyonlarca dolar harcıyoruz. Gelen her heyet ülkemizden mutlu ayrılsın diye en güzel mekanlarda ağırlayıp en özel lezzetlerimizi sunuyoruz. Folklor gösterileri, müze turları ve tabi ki dünyanın incisi İstanbul Boğazı'nda eşsiz tekne turu da bu tanıtımların vazgeçilmezlerindendir. Bu tanıtımların önemli bir kısmı devlet bütçesinden karşılanır. Yani bizim vergilerimizle. Bu tanıtımlar sizin dünyadaki vizyonunuzu belirler. Ayrılan heyetlerin akıllarında kalanlar, gelen dış basının haberleri gerek turizmi ,gerek iş dünyasını yakından ilgilendirir. Bu yüzden her şey çok önemlidir ve mükemmel olmalıdır. Hizmet, yemekler, mekan... içilen kahve bile önemlidir ve en önemlisi de milli bir atmosferde olmalıdır.Bizi biz yapan başka ülkelerde olmayan, olsa bile bir Türk rengi olduğu bilinen lezzetler olmalıdır. Bir Fransız'a bak! 'Biz de çok iyi Fransız yemekleri yapıyoruz' demenin, bunu ispatlamaya çalışmanın ya da bir İtalyan'a makarna şovu yapmanın bir faydası yok.Tanıtım aynı zamanda bir rekabettir. Bu rekabetten işini en iyi yapan ve bunu en iyi anlatan galip gelir. Kültürel miraslar bazen iki ülkeyi karşı karşıya getirir. Bu karşılaşmalarda maalesef sadece tarihi gerçekler bazen yeterli olmaz. Buna en iyi örnek birçok alanda bizim değerlerimizi kendine mal etmeye çalışan ve en son Türk lokumunu kendi tanıtım kitapçıklarına koyan Rum ve Yunanlılar'a karşı bir de baklava mücadelesi başladı. Bildiğiniz üzere baklavanın bir Rum-Yunan tatlısı olduğunu iddia ettiler.Şükürler olsun ki son gıda krizi olan baklava krizini Nadir Güllü'nün organizesinde ve kendisinin münferit olarak yıllardır gerçekleştirdiği mücadelenin sayesinde kazandık.
Nadir Güllü sadece işini doğru yapıp para peşinden koşan biri olsa ki; buna kimse karışamaz. Ancak ne zaman bir yabancı heyet gelse Nadir Güllü, soluğu heyetin yanında aldı ve baklavanın ne kadar Türk olduğunu kalitesiyle, tarihiyle, bilimsel gerçeklerle ve de elbette eşsiz lezzetiyle ispat etti. İşini o kadar iyi yaptı ki, zaman içerisinde ülkemize gelen tüm ziyaretçiler Türk baklavasını dolayısıyla Nadir Güllü'yü sormaya başladı. İşte bu da bir Nadir Güllü gerçeğidir. Japonya'dan Amerika'ya tüm dünyayı defalarca gezdi, buralardan ziyaretçiler ağırladı. Her gittiği yere götürdüğü baklava kutularına Türk bayrağının resmini astı.
Karaköy'de uluslararası bir üretim ortamında el emeği ile ürettiği baklavaların tadına dünya çapında yüzlerce akademisyen, sanatçı, fikir adamı, siyasetçi, ülkelerinin en başarılı üniversite öğrencileri ve Nadir Güllü'nün en çok önem verdiği yarının yöneticileri baktı ve bu lezzeti tadmaya da devam edecekler.Son olarak Kral Abdullah İstanbul'da ağırlanırken Karaköy Güllüoğlu'ndan tam 600 kilo Türk tatlıları sipariş etti. Tüm bu gerçeklerden sonra 'bu sadece bir kişinin ya da bir firmanın meselesi' nasıl deriz? İşte bu devlet başkanları, siyasetçiler, sanatçılar ve dolayısıyla ülkemize gelen tüm ziyaretçiler Nadir Güllü'nün şahsında bize not veriyor, baklavayla ülkemizi hatırlıyor, hayran kalıp bunu ülkesindeki herkese anlatıyor. 'Peki ya hatırlamazsa?' diyebilirsiniz... Şimdi sıkı durun!.. Nadir Güllü'nün üretim tesisinin çatısında bir Türk bayrağı sürekli dalgalanıyor ve her yabancı misafir bu bayrağın altında fotoğraf çektiriyor. İnsan unutkandır ama belgeler asla. Bu belgeler Dünya medyasında çarşaf, çarşaf yayınlandı. Fotoğraflarda üç tane ortak figür vardı; Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk ve Fatih Sultan Mehmet resimlerinden baklava tepsileri ve arkada şanlı Türk bayrağı.Evet bir baklavacı, üstelik İstanbul Karaköy'den başka bir yerde şubesi olmayan bir baklavacı. Kendini aşan bir sevdayla Türk turizmine bu kadar hizmeti yaparken devletten en azından bir madalyayı haketmiyor mu?Mesela devlet üstün hizmet madalyasını...
Değerlendirme: Kerim AKTACİR