Sevgili dostlar, yukarıdaki ifadeler "şaka" değil. Sermaye ve para piyasalarına girmek isterseniz; "Türk vatandaşı" olmak "negatif ayrımcılık" için "başlangıç" noktası...Bu nasıl bir mantık? Sermaye piyasasının amacı "halkı ortak etmek, sermayeyi tabana yaymak" değil mi? Sözde öyle ama inanın böyle bir yapılanma ve kendi sermaye piyasasından alım yaptığı için cezalandırılma sistemi, bugün için "sömürge" dediğimiz ülkelerde bile yok...Peki sorun sadece yüzde 10 stopaj ile bitiyor mu?Bitmiyor, bu ana yapının bozuk mantığının sadece "dışa vurumu." Detayı daha vahim... Sistemin bütün bileşenlerinin hisse sahipliği yapısı, "özelleştirme" adı altında yabancı ellere geçtiği için sistemin içinde çalışıp kazanan ve geri dönüş bekleyen halk, "sistemin yeni sahiplerine" doğru akan "marjinal fayda" kavramını anlayamadan ve sorgulayamadan, "Çalıştım ama karşılığı nerede?" sorusunu sormaya devam ediyor...Peki hep böyle miydi, yeni mi oldu?Cevap ararken geçmişte çok tartışılan "Toplumların temel çelişkisi nerede?" sorusuna gelelim ve Türkiye'ye uyarlayarak özellikle 1946 yani ilk devalüasyon sonrası "Uluslararası finansal yapının" dümen suyuna giren ve 1989 sonrası "tamamen kontrol altına alınan" Türk ekonomisi için aynı soruyu soralım, sizce Türk ekonomisinin temel çelişkisi nerede?.. Üretimin olmadığı sıcak para tabanlı bir modelin "kalkınma-liberalleşme-dünya ile entegrasyon" gibi kavramlar eşliğinde son 60 yıldır halka pazarlanması ve "uluslararası finans kapitalin" siyasi manipülasyona açık olması-yüksek getiri sağlaması yönünden bunu desteklemesinde mi? Yoksa içerideki finansal-entelektüel birikimin "yeni ve sağlıklı" bir yapı tasarlayamadığı için "aslında içinin boş olduğunu" bildiği sistemi ve bileşenlerini desteklemesinde mi? Belki ikisi de!! Birlikte çıkarım yapmaya çalışalım:1- Liberal yapıda bir tüccar devlet modeli ile askeri tabana dayanan yapı arasındaki mücadele Roma ile Kartaca arasındaki kavgadan beri tartışılır. Sonunda askeri açıdan güçlü prensip sahibi devlet modeli olan Roma, tarihteki net olarak bilinen "ilk liberal, her şeyi pazarlık ve değiş-tokuş ile elde edebileceğini" düşünen "benim memurum işini bilir"in ilk versiyonu olan Kartaca'yı yıkar...2- Bu çekişme Türkiye açısından ayrı bir anlam ifade eder. Askeri tabanlı "üniter-laik yapısı" ve bazı kurumları prensipler açısından Roma örneğine uyan Türk devletinin, ekonomik unsurları 1946 sonrasında "Kartaca prensiplerini" benimsemiş siyasi parti ve kişilere bırakılır...3- Askeri dinamikler ve kurumlar bazı kavramları belli bir çizgiyi geçmeden korurlarken, "akçeli" işleri "seçilmiş ve seçtirilmişlere" bırakırlar. Bazı kavramlara dokunulmadıkça kurumlar asla olaylara müdahale etmezler. Bu, günümüzde de devam eder. "Laiklik" algısı "sorun" olurken; Türkiye'nin bankalarının, altyapı tesislerinin, rafinerilerinin, medyasının satılmasına "devleti korumak ve kollamakla görevli" kurumlar seyirci kalırlar... Ben bu duruma Türkiye için özel olarak "Roma-Kartaca Paradoksu" diyorum... Devletin bir bölümü Kartacalı, bir bölümü Romalı...Son söz: Türkiye'nin güvenliği "sadece sınırlardan" fiziki geçişi engelleyerek sağlanamaz. Türkiye, "ekonomik güvenlik" kavramını süratle anlamalı ve gereğini "devlet" düzeyinde yapmalıdır. Geldiğimiz nokta "çok düşündürücü". Bu ülkenin vatandaşları "bir Yunanlı" kadar kendi borsasından "alım hakkına sahip değilse, araya vergi salınmışsa" orası artık zaten "onun" değildir...Yiğit Bulut