Biyoteknolojide Türkiye ithalatçı
Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Hakan Yardımcı, genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) konusunda toplumun kaygılarını giderecek şeffaf, paylaşımcı, bilimsel verilere dayanan araştırmalar yapılması gerektiğini belirtti. Yardımcı, Türkiye'de biyoteknolojiye ilişkin çalışmaların 2015-2018 yıllarını kapsayan "Türkiye Biyoteknoloji Stratejisi ve Eylem Planı" çerçevesinde paydaş bakanlıklarca yürütüldüğünü söyledi. Stratejiyle sağlık, endüstri ve tarım alanlarında biyoteknolojinin Türkiye'deki güçlü ve zayıf yanlarının belirlendiğine işaret eden Yardımcı, bu projeksiyon kapsamında GDO'larla ilgili çalışmaların da yürütüldüğünü, konuyla ilgili yatırımlarda sağlık, endüstri ve tarımsal amaçlı Ar-Ge çalışmalarının öngörüldüğünü anlattı. Yardımcı, Türkiye'de biyoteknoloji araştırmalarına ilişkin bir üst çatı bulunmaması ve kamuoyundaki algının GDO'larla ilgili araştırmalara set oluşturduğunu ifade etti. Biyoteknoloji konusunda Türkiye'nin ihracatçı değil ithalatçı bir konumda olduğunu dile getiren Yardımcı, bu durumun başta sağlık sektörü olmak üzere Türkiye'nin aleyhine işlediğini vurguladı.
GDO konusunda şeffaflık gerekiyor
Eylem planında, Türkiye'nin diğer ülkelerle rekabet edebilir bir güce erişmesinin öngörüldüğüne dikkati çeken Yardımcı, "Bu amaçla bir yol haritası belirlenmeli, biyoteknoloji konusunda katma değer sağlayacak yatırımlar yapılmalı" diye konuştu. Yardımcı, söz konusu planda, GDO tanımının toplum tarafından yanlış anlaşılması, mevzuatta eksikliklerin bulunması, tarımsal biyoteknolojide kamu, üniversite, özel sektör ve Ar-Ge merkezleri arasındaki iş birliğinin zayıflığı, Ar-Ge'yle ilgili yeterli desteğin bulunmaması gibi konuların yer aldığını belirterek, şöyle devam etti: "Öncelikle toplumun kaygılarını giderecek şekilde GDO konusunda şeffaf, paylaşımcı, bilimsel verilere dayanan araştırmalar yapılmalı, bunlar kamuoyuna doğru bir şekilde anlatılmalı, hazırlanmış eylem planı çerçevesinde devlet biyoteknoloji Ar-Ge faaliyetlerine desteklerini artırmalıdır."
GDO ile ilgili endişeler artıyor
GDO'lu ürünlerin 1996 yılında ticari olarak piyasaya sürüldükten sonra AB'de ve Türkiye gibi ülkelerde bazı alanlarda serbest olarak kullanılmaya başlandığına işaret eden Yardımcı, 2003 yılında Cartagena Biyogüvenlik Protokolü'nün imzalanmasıyla GDO üretmeyen ülkelerin konuyla ilgili mevzuat geliştirmeye başladığını bildirdi. Türkiye'nin de bu kapsamda 2010'da Biyogüvenlik Kanunu çıkarttığını hatırlatan Yardımcı, GDO'ların risk değerlendirmesi yapıldıktan sonra ülkeye girişinin izne bağlandığını anlattı. Yardımcı, Avrupa Birliğinin 59 GDO ürünü pamuk, mısır, kolza, soya ve şeker pancarı çeşidini hem gıda hem de yem olarak kabul ettiğine dikkati çekerek, şunları kaydetti: "Türkiye'de 36 GDO'lu mısır ve soya çeşidinin sadece yem olarak kullanımına izin veriliyor. Türkiye bu konuda aslında çok tedrici ve ihtiyatlı bir yaklaşım sergiliyor. Şu anda AB üyesi olsak 59 çeşit GDO'lu gıda ve yem kullanmak durumunda kalacağız. Bu dikkatli adımlar Türkiye'nin biyoteknolojik Ar-Ge alanında kendini geliştirmesine engel olmamalıdır. Toplumda GDO tanımının yanlış bilinmesi birçok sıkıntıya yol açmaktadır. Gerek bitki ve hayvanda yapılan ıslah çalışmalarıyla elde edilen ürünlerin GDO olarak tanıtılması gerekse hiç alakası olmayan hibrit teknolojisinin uzman olmayan kişilerce kamuoyuna biyoteknoloji kapsamında yanlış bilgi olarak verilmesi GDO'yla ilgili endişelerin artmasına neden olmaktadır."