Hilkat sebebini "Biz insanları ve cinleri ancak bize kulluk etsinler diye yarattık" buyurarak açıklayan Cenab-ı Allah, sözkonusu kulluğun gerçekleşebilmesi için hakkı ve batılı vesile kılmıştır.
Esasen hak da, batıl da birer ididadırlar ve evrensel bir gerçek olarak her iddia bir veya birden çok delilden ve her delil de yine bir veya birden çok kıyastan kaynaklanmaktadır.
Bu cümleden olarak, Cenab-ı Hak kullarını hakka davet ederken şöyle bir kıyasta bulunur:
"Sizin yanınızdaki dünya malı tükenir. Allah katındaki rahmet hazineleri ise bakidir..." (Nahl: 96).
Eğer, şimdi yazımıza "şeydanın iddiası, delili ve kıyası da şudur" diye devam edersek, her ne kadar niyetimiz o olmasa da "Allah'ı ve şeytanı (haşa) birer rakip gibi takdim etmiş oluruz. Böyle bir hataya düşmemek için hemen belirtmek gerekir ki şeytan ilk mağrur yani ilk aldanmıştır. Aldanma sebebi olan kıyası ise Sâd suresinin 76. ayetinde kendi dilinden şöyle nakledilmektedir:
"Ben Adem'den daha hayırlıyım. Çünkü beni ateşten, O'nu çamurdan yarattın..."
Meseleyi daha anlaşılır kılmak üzere yaptığımız bu kısa açılamadan sonra, asıl konumuz şudur ki, şeytanın açtığı yola saparak aldanan mağrurların aldanmalarına sebep, şu iki kıyastır:
"Hazır borçtan daha hayırlıdır" ve "Yakîn şekten daha hayırlıdır."
(Burada hazır elde var olan borç gelecekte olacak olan, yakîn gerçek bir bilgi ile bilinen, şek ise şüpheli olan manasındadır.)
Şunu da belirtmek gerekir ki her mağrur bu iki iddiayı diliyle ifade etmek durumunda değildir. Çünkü, en yeni deyimlerimizden biriyle, "hareketlerle kelimlerden daha yüksek sesle konuşulur."
Bu izahtan sonra diyebiliriz ki gerçek, mağrurların iddia ettikleri gibi değildir. Zaten gerçek, yani hakikat insanı kulluğa zorlayacağından mağrurlar iddialarında birkaç klişe ifadenin ötesine geçemezler. Peygamber Efendimizin "Söz sihirdir" buyurarak işaret ettikleri gibi, en fazla bir takım sihirli sözlerle, hakikatleri olduklarından farklı göstermeye çalışırlar; hepsi bu.
Ancak yukarıdaki ifadelerde sihir bile yoktur, çünkü hakikatin iddia ettikleri gibi olmadığı ayan-beyan ortadadır:
Hazır borçtan daha hayırlıdır demek; dünya hazırdır (vardır), ahiret ise borçtur (gelecekte olacaktır). O halde dünya ahiretten daha hayırlıdır, demektir. Oysa hazır, ancak miktar bakımından borca eşitse ondan daha hayırlıdır. Halbuki dünya ile ahiretin eşitliği bir yana aralarında kıyas bile kabul etmeyen bir fark söz konusudur; bir misalle, dünya hayatı ahirete nisbeten sonsuza uzanan bir çizgi üzerindeki nokta mesabesindedir.
Bir tüccarın elindeki sermaye hazırdır, umduğu kazanç ise borçtur; ama tüccar hazır borçtan daha hayırlıdır diyerek ticaretten vazgeçmez. Çoğu zaman zarar etse bile kazanmak ümidiyle ticaretine devam eder. Görüldüğü gibi bu kıyas fasiddir.
İkinci olarak yakîn şekten daha hayırlıdır, dünya yakîn, ahiret ise şektir, o halde dünya ahiretten daha hayırlıdır şeklindeki iddia birincisinden daha çürüktür.
Zira sözgelimi, tüccarın yorulacağı kesin ama kazanacağı şüphelidir. Ama bu kıyas onu çalışmaktan alıkoymaz. Aynı şeklide hasta bir kimse için iğnenin vereceği acı kesin, şifası şüphelidir; buna rağmen hasta iğne olmaktan geri kalmaz.
Bu kıyas batılın elinde ve hadd-i zatında çürük bile olsa, sonucu itabariyle hakkın lehinedir. Çünkü İmam-ı Gazali'ye göre ahiret hususunda böyle bir şüphesi olan kimseye, imanına vesile olmasını dilemek şartıyla, şöyle demek farzdır:
"Ahiret hakkında denilen (hâşâ) yalan ise ona hazırlanmakla sadece dünyanın zevk-ü sefası elinden kaçar. Ama eğer bir de doğruysa (ki yüzde yüz doğrudur) o takdirde onu tasdik etmezsen ebediyyen ateşte kalırsın".
Bu sırra binaen Hz. Ali Allah'ı inkar eden bazı kimselere şöyle söylemiştir:
"Eğer senin dediğin doğru ise hem sen, hem de biz kurtuluruz. (Yani ne sana birşey var ne de bize). Eğer benim dediğim doğru ise, o vakit bizler kurtuluruz, siz helak olursunuz."
Hz. Ali, ahiret hakkında şüpheye düştüğünden değil, insanlara akıllarına göre konuşmak gerektiğinden böyle söylemiştir.
Kaldı ki müminlerin nezdinde ahiret şüpheli değil kesin ve yakîndir. Bu hususta iki delil vardır.
Birincisi Peygamber ve alimleri tasdik ve taklid etmektir.
Bir hastanın doktor ve eczacılara "bu beni nasıl iyileştirecek, ispatlayın bakalım" demeden kendisine tavsiye ettiklerini kullanması misali; mümin bir kimse Allah'ın seçkin kullarının sözlerini, kendilerine tâbi olmak için kafi görür.
İkinci ise peygamberlere gönderilen vahiy ve veli kullara verilen ilhamdır.
Burada dikkat edilmesi gereken çok önemli bir husus vardır ki o da Resulullah'ın bilgisinin Cebrail (as)'ı dinlemek ve onu taklit etmekten kaynaklandığını sanmaktan kaçınmaktır. Çünkü bu düşünce kişiyi bizimle O'nun arasındaki farkın sadece taklid edilenin farklılığı sonucuna sevk eder ki bu büyük bir hata olur. Zira bizimle Peygamberimiz arasındaki fark bizim O'nu, O'nun Cebrail (as)'ı taklid etmesi değildir. O mukallid (taklid eden) değildir, marifet sahibidir. Taklid ancak doğru bir itikaddır. Oysa peygamberler taklid değil müşahede ederler.
Sonuç olarak ister taklidî bir iman ile, ister müşahede ve basiret ile "ahiret şüphelidir" fikirini def etmek mümkündür.
Ahiretin varlığına kesin bir bilgi ile iman ettikten sonra yapılacak şey ise kuşkusuz ona hazırlanmaktır. Son olarak yine Kelamullah'a kulak verelim:
"O halde sakın dünya hayatı sizi aldatmasın! Ve sakın şeytan sizi Allah'a güvendirmesin (Allah herkesi bağışlar diye şeytanın aldatışına uymayın)!"
Özgül AYDIN
Esasen hak da, batıl da birer ididadırlar ve evrensel bir gerçek olarak her iddia bir veya birden çok delilden ve her delil de yine bir veya birden çok kıyastan kaynaklanmaktadır.
Bu cümleden olarak, Cenab-ı Hak kullarını hakka davet ederken şöyle bir kıyasta bulunur:
"Sizin yanınızdaki dünya malı tükenir. Allah katındaki rahmet hazineleri ise bakidir..." (Nahl: 96).
Eğer, şimdi yazımıza "şeydanın iddiası, delili ve kıyası da şudur" diye devam edersek, her ne kadar niyetimiz o olmasa da "Allah'ı ve şeytanı (haşa) birer rakip gibi takdim etmiş oluruz. Böyle bir hataya düşmemek için hemen belirtmek gerekir ki şeytan ilk mağrur yani ilk aldanmıştır. Aldanma sebebi olan kıyası ise Sâd suresinin 76. ayetinde kendi dilinden şöyle nakledilmektedir:
"Ben Adem'den daha hayırlıyım. Çünkü beni ateşten, O'nu çamurdan yarattın..."
Meseleyi daha anlaşılır kılmak üzere yaptığımız bu kısa açılamadan sonra, asıl konumuz şudur ki, şeytanın açtığı yola saparak aldanan mağrurların aldanmalarına sebep, şu iki kıyastır:
"Hazır borçtan daha hayırlıdır" ve "Yakîn şekten daha hayırlıdır."
(Burada hazır elde var olan borç gelecekte olacak olan, yakîn gerçek bir bilgi ile bilinen, şek ise şüpheli olan manasındadır.)
Şunu da belirtmek gerekir ki her mağrur bu iki iddiayı diliyle ifade etmek durumunda değildir. Çünkü, en yeni deyimlerimizden biriyle, "hareketlerle kelimlerden daha yüksek sesle konuşulur."
Bu izahtan sonra diyebiliriz ki gerçek, mağrurların iddia ettikleri gibi değildir. Zaten gerçek, yani hakikat insanı kulluğa zorlayacağından mağrurlar iddialarında birkaç klişe ifadenin ötesine geçemezler. Peygamber Efendimizin "Söz sihirdir" buyurarak işaret ettikleri gibi, en fazla bir takım sihirli sözlerle, hakikatleri olduklarından farklı göstermeye çalışırlar; hepsi bu.
Ancak yukarıdaki ifadelerde sihir bile yoktur, çünkü hakikatin iddia ettikleri gibi olmadığı ayan-beyan ortadadır:
Hazır borçtan daha hayırlıdır demek; dünya hazırdır (vardır), ahiret ise borçtur (gelecekte olacaktır). O halde dünya ahiretten daha hayırlıdır, demektir. Oysa hazır, ancak miktar bakımından borca eşitse ondan daha hayırlıdır. Halbuki dünya ile ahiretin eşitliği bir yana aralarında kıyas bile kabul etmeyen bir fark söz konusudur; bir misalle, dünya hayatı ahirete nisbeten sonsuza uzanan bir çizgi üzerindeki nokta mesabesindedir.
Bir tüccarın elindeki sermaye hazırdır, umduğu kazanç ise borçtur; ama tüccar hazır borçtan daha hayırlıdır diyerek ticaretten vazgeçmez. Çoğu zaman zarar etse bile kazanmak ümidiyle ticaretine devam eder. Görüldüğü gibi bu kıyas fasiddir.
İkinci olarak yakîn şekten daha hayırlıdır, dünya yakîn, ahiret ise şektir, o halde dünya ahiretten daha hayırlıdır şeklindeki iddia birincisinden daha çürüktür.
Zira sözgelimi, tüccarın yorulacağı kesin ama kazanacağı şüphelidir. Ama bu kıyas onu çalışmaktan alıkoymaz. Aynı şeklide hasta bir kimse için iğnenin vereceği acı kesin, şifası şüphelidir; buna rağmen hasta iğne olmaktan geri kalmaz.
Bu kıyas batılın elinde ve hadd-i zatında çürük bile olsa, sonucu itabariyle hakkın lehinedir. Çünkü İmam-ı Gazali'ye göre ahiret hususunda böyle bir şüphesi olan kimseye, imanına vesile olmasını dilemek şartıyla, şöyle demek farzdır:
"Ahiret hakkında denilen (hâşâ) yalan ise ona hazırlanmakla sadece dünyanın zevk-ü sefası elinden kaçar. Ama eğer bir de doğruysa (ki yüzde yüz doğrudur) o takdirde onu tasdik etmezsen ebediyyen ateşte kalırsın".
Bu sırra binaen Hz. Ali Allah'ı inkar eden bazı kimselere şöyle söylemiştir:
"Eğer senin dediğin doğru ise hem sen, hem de biz kurtuluruz. (Yani ne sana birşey var ne de bize). Eğer benim dediğim doğru ise, o vakit bizler kurtuluruz, siz helak olursunuz."
Hz. Ali, ahiret hakkında şüpheye düştüğünden değil, insanlara akıllarına göre konuşmak gerektiğinden böyle söylemiştir.
Kaldı ki müminlerin nezdinde ahiret şüpheli değil kesin ve yakîndir. Bu hususta iki delil vardır.
Birincisi Peygamber ve alimleri tasdik ve taklid etmektir.
Bir hastanın doktor ve eczacılara "bu beni nasıl iyileştirecek, ispatlayın bakalım" demeden kendisine tavsiye ettiklerini kullanması misali; mümin bir kimse Allah'ın seçkin kullarının sözlerini, kendilerine tâbi olmak için kafi görür.
İkinci ise peygamberlere gönderilen vahiy ve veli kullara verilen ilhamdır.
Burada dikkat edilmesi gereken çok önemli bir husus vardır ki o da Resulullah'ın bilgisinin Cebrail (as)'ı dinlemek ve onu taklit etmekten kaynaklandığını sanmaktan kaçınmaktır. Çünkü bu düşünce kişiyi bizimle O'nun arasındaki farkın sadece taklid edilenin farklılığı sonucuna sevk eder ki bu büyük bir hata olur. Zira bizimle Peygamberimiz arasındaki fark bizim O'nu, O'nun Cebrail (as)'ı taklid etmesi değildir. O mukallid (taklid eden) değildir, marifet sahibidir. Taklid ancak doğru bir itikaddır. Oysa peygamberler taklid değil müşahede ederler.
Sonuç olarak ister taklidî bir iman ile, ister müşahede ve basiret ile "ahiret şüphelidir" fikirini def etmek mümkündür.
Ahiretin varlığına kesin bir bilgi ile iman ettikten sonra yapılacak şey ise kuşkusuz ona hazırlanmaktır. Son olarak yine Kelamullah'a kulak verelim:
"O halde sakın dünya hayatı sizi aldatmasın! Ve sakın şeytan sizi Allah'a güvendirmesin (Allah herkesi bağışlar diye şeytanın aldatışına uymayın)!"
Özgül AYDIN