İbadet, aslında, Allah'ı tanıma, bilme ilmidir. Esasen insanın Allah'ı arayışı akli değildir. Yani siz, Allah'ı akılla aramazsınız. İnsanın Allah'ı aradığı organı kalbidir. İnsan, kalp boyutunda Rabbini arar. Akılla belki çok mantıklar kurarsınız. Ama akıl Allah'ı anlamaz, Allah'ı anlatamaz. Akıl, Allah'ın ne olduğunu bilmez. Allah'ın ne olmadığını bilir. Bir şeyin ne olduğunu anlayabilmek için onu kuşatması lazımdır. Veya ondan ona yansımalar olması lazımdır. Akıl, haddizatında bu tecellilerden mahrumdur. Akıl, neye muhataptır. O'nun yarattıklarının tecellilerine muhataptır. Oradan geçiş yaparak -biz buna kıyas diyoruz- kıyas yoluyla, "bu budur, bu da böyle olmalıdır" der.Aklın mercii, şahidi organlardır. Gözdür, kulaktır, dildir vs. Bunlar da tam tekemmül ederek şahitliğini yapamadıkları için de yanılma payları vardır. Gözün yanılma payı vardır. Kulağın yanılma payı vardır. Tatmanın yanılma payı vardır. Bir madde saniyenin altıda bir zamanda elektromanyetik yayın yaptığı zaman göz bunu görür. Saniyenin üçte biri zamanda bu yayın yapılırsa göz bunu algılayamıyor. Mesela gözle rüzgarı algılayamıyorsunuz. Ama başka bir duyguyla algılıyorsunuz. Başka öyle varlıklar var ki, ne gözle, ne kulakla, ne dille bunu algılayabiliyorsun, o zaman da "bu yoktur" diyorsun. Mesela cinler alemi, Melekler alemi böyledir. Yine mesela saniyede 20 dalga boyunun altındaki sesleri kulak algılayamıyor. 20 binin üzerindeki sesleri de algılayamıyor. Ama 20'nin altında da, 20 binin üstünde de öyle sesler, öyle dalgalanmalar var ki, biz bunları algılayamadığımız için "böyle bir ses yoktur" diyoruz.Kısaca biz, akılla Allah'ı tanıyamayız. Allah'ın tanıyacak olan kalptir. Ayine-i ilahi insanların kalbidir. Allah (cc); 'Beni ne yerim aldı, ne de semam... lakin Beni Mü'min, Muttaki, Vera sahibi kulumun kalbi aldı..." (el Aclunî, age. II, h. no: 2256) buyuruyor. Peki yere ve göğe sığmayan Allah, kulunun kalbine nasıl sığar? Tecelli ile sığar. Allah, o kalbe tecelli eder. Tecellinin Türkçe'deki manası yansımaktır. Bir ışık huzmesini veya herhangi bir maddeyi aynaya tutuyorsunuz, bir bakıyorsunuz ki ayna bunu gösteriyor. Aynadaki gölge gibi kalpte de ilahi tecelli böyle zuhur eder. İnsan ne ile o tecelliyi yakalar? Nasıl O'nunla beraber olur? İbadetle beraber olur. Cenab-ı Hak ayet-i kerimede ne buyuruyordu?: "Beni zikret ki Ben de seni zikredeyim" (Bakara; 2/152). Allah'ı bilme yolu okumak da değildir. Bir insan ne kadar okursa okusun arif olamaz. Arif demek, Allah'ı bilmektir. Çobansınız; ama zikrullah ile, Allah'ın güzel isimlerini anmakla, Kur'an ayetlerini okumakla, kalbe tecelli eden Zat-ı Bari'nin, gerek sıfatından, gerek esmasından, gerek ef'alinden O'nu tanırsınız. Bir hoş olursunuz. Rab böyle tanınır. İnsan Allah'ı kalbi boyutta tanır. O'nu ne kadar fazla tanırsa, huzuru mutluluğu o derece fazla olur. Peki böyle bir insanın hiç sıkıntısı olmaz mı? Maddi alemde onu cendereye sokarsın, preslersin, ama onun kalbi çok geniştir. Neden? Çünkü, "Bunların hepsi O'ndandır" der.Hoştur bana Senden gelen Ya hil'atu yahut kefenYa gonca gül yahut dikenLütfün de hoş kahrın da hoş.Maddi alemde yaşadığın sıkıntılar ne olursa olsun, O'ndan geldiğini bildiğin için huzurlu oluyorsun. "Hoştur bana senden gelen" diyorsun. Sabrediyorsun. Kanaat ediyorsun. Tevekkül ediyorsun, tefekkür ediyorsun. İz'an sahibi, iman sahibi, merhamet sahibi oluyorsun. O'nunla ne kadar irtibat kurarsan, o kadar O'nun ahlakına bürünüyorsun. Yani ne kadar fazla Allah'ı itaatle, ibadetle anıp, köprüleri geliştirirsen feyiz huzmeleri senin kalp dünyanı, gönül dünyanı o ölçüde ihata ediyor, kuşatıyor. İşte o tanıma bir hastalık gibi, bir sevinç gibi, fevkalade bir tutku gibi seni sarar. O zaman her şeyde Rabbini görürsün. İmam Ali Efendimizin buyurduğu gibi, "görmediğim Allah'a inanmam" dersin.Yeri gelmişken, Hz. Ali Efendimiz (kerremellahu vechehû/Allah yüzünü mübarek eyledi), ilim sahasının, hem zahirde hem batında Peygamber'e (sav) açılan kapısıdır. Hakikate açılan kapıdır Hz. Ali (k.v). Bir "kurb-i velayet" vardır, bir de "kurb-i nübüvvet" vardır. Yani "Nübüvvet yolu" ve "Velayet yolu". Gerçi "nübüvvet" ve "velayet", Allah'ın Sevgilisinde buluşmuştur, ama Peygamber Efendimiz'den sonra velayet İmam-ı Ali Efendimize Rabbimizin bir ihsanıdır. O bir başka alemdir. Peygamber Efendimiz buyuruyor: "Ben ilmin şehriyim, Ali de kapısıdır." (el Aclunî, age. I, 618)