Prof. Dr. Haydar Baş'ın kaleminden RAHMETEN-LİL ALEMİN
Sakiflilerden hayır gelmeyeceğini anlayan Resul-i Ekrem Efendimiz, geri dönmeye karar verdi. Hatta; onlar da, kendisini gitmeye zorladılar. Bununla da yetinmeyip, ayak takımı, çocuklar ve sokak gençleriyle kölelere Allah Resulünü taşlattılar. Yolun iki tarafında sıralanan bu kimseler, kahkaha cümbüşü içerisinde Hz. Peygamberi ve Hz. Zeyd'i taşa tuttular. Hz. Resul'ün ayakları, kan içinde kaldı. Yürüyemeyip yere yığılmak zorunda kaldı. Bu vicdansız insanlar, her yere oturuşunda onu zorla ayağa kaldırıp yeniden taş yağmuruna tutmuşlardı. Ona vücudunu siper yapmaya çalışan Hz. Zeyd'in de, her tarafı kan-revan içinde kalmıştı. Resul-i Ekrem'in hayatı boyunca karşılaştığı en büyük ezâlardan biri de, işbu hadise olmuştur.
Kendilerini, zorla bir bağa atarak taş yağmurundan kurtuldular. Bağ sahipleri olan Utbe ve Şeybe b. Rabia kardeşler, Allah Resulünün akrabası idiler. Allah Resulü, bağın içindeki bir çardağın altında şu hazin ve ibretli dua ile Cenab-ı Hakk'a iltica ettiler:
"İlâhi! Kuvvetimin zaafa uğradığını, çaresiz kaldığımı, halk nazarında hor görüldüğümü ancak sana arz eder, ancak sana şikâyet ederim. Ey merhametlilerin en merhametlisi! Herkesin hor görüp de dalına bindiği bîçârelerin Rabbi sensin! İlâhi; kötü huylu, yüzsüz bir düşman eline beni düşürmeyecek, hatta hayatımın dizginlerini eline verdiğin akrabadan bir dosta bile bırakmayacak kadar beni esirgersin. İlâhi! Gazabına uğramayayım da, çektiğim mihnetlere, belâlara aldırmam. Fakat senin af ve merhametin, bana bunları da göstermeyecek kadar geniştir. İlâhi! Gazabına uğramaktan, rızasızlığa düçar olmaktan, senin o zulmetleri aydınlatan ve ahirete ait işlerin medâr-ı salâhı olan ilâhi nuruna sığınırım. İlâhi! Sen razı oluncaya kadar affını diliyorum. Her kuvvet, her kudret ancak seninle kâimdir".
Onun bu münacaatını gözleyen Rabiaoğullarının içinde, bir merhamet duygusu uyandı. Köleleri Addas'la Efendimiz'e biraz üzüm gönderdiler.
Resul-i Ekrem, üzümü 'Besmele' çekerek yemeye başlayınca Addas şaşırdı; 'Bu sözü buranın halkı bilmez ve söylemezler', dedi.
Hz. Peygamber, onun nereli ve hangi dine mensup olduğunu sordu. Ninovalı ve Hristiyan olduğunu öğrenince: "Demek sen, salih bir kimse olan Mettâ oğlu Yunus Peygamber'in hemşehrisisin?", dedi. Addas; "Sen, Yunus'u nereden biliyorsun?", deyince Hz. Peygamber; "O, benim kardeşimdir. O, bir peygamberdi. Ben de peygamberim", şeklinde mukabelede bulundular. Bunun üzerine Addas, kendisini tutamayarak Resulullah Efendimizin başını, ellerini ve ayaklarını öptü.
Manzarayı hayretle seyreden bağ sahipleri, Addas yanlarına dönünce ona; "Bu adam seni dininden ayırmasın, çünkü senin dinin onun dininden hayırlıdır!..", dediler. Addas'ın efendilerine cevabı ise çok kesin ve keskindi: "Yeryüzünde, bu zâttan daha hayırlı bir kimse yok! Bana öyle birşey bildirdi ki, onu ancak bir peygamber bilebilir".
Hz. Peygamber, Taif'ten dönüşünde, Mekke'ye iki konaklık bir mesafede üzerini bir bulutun kapladığını gördü. Bulutun içinde Hz. Cebrail vardı. Cebrail (as) seslendi: "Şüphesiz Allah, kavminin sana ne söylediklerini işitti. Sana, şu dağlar meleğini gönderdi. Kavmin hakkında dilediğini yapmak hususunda, ona emredebilirsin".
Bunun üzerine dağlar meleği, Allah Resulünü selâmlayarak emrine âmâde olduğunu ve istediği takdirde Ebu Kubeys ve Kuaykıan dağlarını müşriklerin üzerlerine yıkabileceğini söyledi.
Bu teklif üzerine, gözyaşları içerisinde ellerini gökyüzüne kaldıran Hz. Resul, Rabbine; "Allah'ım, onlar (Seni ve beni) bilmezler! Onlara hidayet nasib eyle!" diye dua etti. Onun bu duası, âlemlere rahmet oluşunun en güzel nişanesi olmuştur.
Sakiflilerden hayır gelmeyeceğini anlayan Resul-i Ekrem Efendimiz, geri dönmeye karar verdi. Hatta; onlar da, kendisini gitmeye zorladılar. Bununla da yetinmeyip, ayak takımı, çocuklar ve sokak gençleriyle kölelere Allah Resulünü taşlattılar. Yolun iki tarafında sıralanan bu kimseler, kahkaha cümbüşü içerisinde Hz. Peygamberi ve Hz. Zeyd'i taşa tuttular. Hz. Resul'ün ayakları, kan içinde kaldı. Yürüyemeyip yere yığılmak zorunda kaldı. Bu vicdansız insanlar, her yere oturuşunda onu zorla ayağa kaldırıp yeniden taş yağmuruna tutmuşlardı. Ona vücudunu siper yapmaya çalışan Hz. Zeyd'in de, her tarafı kan-revan içinde kalmıştı. Resul-i Ekrem'in hayatı boyunca karşılaştığı en büyük ezâlardan biri de, işbu hadise olmuştur.
Kendilerini, zorla bir bağa atarak taş yağmurundan kurtuldular. Bağ sahipleri olan Utbe ve Şeybe b. Rabia kardeşler, Allah Resulünün akrabası idiler. Allah Resulü, bağın içindeki bir çardağın altında şu hazin ve ibretli dua ile Cenab-ı Hakk'a iltica ettiler:
"İlâhi! Kuvvetimin zaafa uğradığını, çaresiz kaldığımı, halk nazarında hor görüldüğümü ancak sana arz eder, ancak sana şikâyet ederim. Ey merhametlilerin en merhametlisi! Herkesin hor görüp de dalına bindiği bîçârelerin Rabbi sensin! İlâhi; kötü huylu, yüzsüz bir düşman eline beni düşürmeyecek, hatta hayatımın dizginlerini eline verdiğin akrabadan bir dosta bile bırakmayacak kadar beni esirgersin. İlâhi! Gazabına uğramayayım da, çektiğim mihnetlere, belâlara aldırmam. Fakat senin af ve merhametin, bana bunları da göstermeyecek kadar geniştir. İlâhi! Gazabına uğramaktan, rızasızlığa düçar olmaktan, senin o zulmetleri aydınlatan ve ahirete ait işlerin medâr-ı salâhı olan ilâhi nuruna sığınırım. İlâhi! Sen razı oluncaya kadar affını diliyorum. Her kuvvet, her kudret ancak seninle kâimdir".
Onun bu münacaatını gözleyen Rabiaoğullarının içinde, bir merhamet duygusu uyandı. Köleleri Addas'la Efendimiz'e biraz üzüm gönderdiler.
Resul-i Ekrem, üzümü 'Besmele' çekerek yemeye başlayınca Addas şaşırdı; 'Bu sözü buranın halkı bilmez ve söylemezler', dedi.
Hz. Peygamber, onun nereli ve hangi dine mensup olduğunu sordu. Ninovalı ve Hristiyan olduğunu öğrenince: "Demek sen, salih bir kimse olan Mettâ oğlu Yunus Peygamber'in hemşehrisisin?", dedi. Addas; "Sen, Yunus'u nereden biliyorsun?", deyince Hz. Peygamber; "O, benim kardeşimdir. O, bir peygamberdi. Ben de peygamberim", şeklinde mukabelede bulundular. Bunun üzerine Addas, kendisini tutamayarak Resulullah Efendimizin başını, ellerini ve ayaklarını öptü.
Manzarayı hayretle seyreden bağ sahipleri, Addas yanlarına dönünce ona; "Bu adam seni dininden ayırmasın, çünkü senin dinin onun dininden hayırlıdır!..", dediler. Addas'ın efendilerine cevabı ise çok kesin ve keskindi: "Yeryüzünde, bu zâttan daha hayırlı bir kimse yok! Bana öyle birşey bildirdi ki, onu ancak bir peygamber bilebilir".
Hz. Peygamber, Taif'ten dönüşünde, Mekke'ye iki konaklık bir mesafede üzerini bir bulutun kapladığını gördü. Bulutun içinde Hz. Cebrail vardı. Cebrail (as) seslendi: "Şüphesiz Allah, kavminin sana ne söylediklerini işitti. Sana, şu dağlar meleğini gönderdi. Kavmin hakkında dilediğini yapmak hususunda, ona emredebilirsin".
Bunun üzerine dağlar meleği, Allah Resulünü selâmlayarak emrine âmâde olduğunu ve istediği takdirde Ebu Kubeys ve Kuaykıan dağlarını müşriklerin üzerlerine yıkabileceğini söyledi.
Bu teklif üzerine, gözyaşları içerisinde ellerini gökyüzüne kaldıran Hz. Resul, Rabbine; "Allah'ım, onlar (Seni ve beni) bilmezler! Onlara hidayet nasib eyle!" diye dua etti. Onun bu duası, âlemlere rahmet oluşunun en güzel nişanesi olmuştur.