Bir çocuk sesiyle irkildi.
Parktaki salıncaklardan birinde sallanan çocuk şarkılar söylemeye başlamıştı. Çocuğu indirmek isteyen annesi onu bir türlü ikna edemiyordu. Kadıncağız bir yandan çocuğun sallandığı salıncağı durdurmaya çalışıyor diğer yandan siyah pardesüsünün üzerine örttüğü bulut mavisi eşarbını rüzgarın uçurmasına mani olmak için eşarbından tutuyordu. Rüzgar her defasında eşarbı tutup balon gibi şişiriyordu. Çocuk ısrarla inmek istemiyor, "hadi anne beni salla" diyordu. Yağan yağmur onun umrunda değildi. Kendisini oyunun cazibesine kaptırmıştı bir kere. Bir aşağı inen bir yukarı çıkan salıncak ne kadar da insanın hayatını iyi temsil ediyordu. Hayatta da bir gün yukarlardaysanız bir bakıyorsunuz aşağılara inmişsiniz. Bir gün gülüyorsanız hemen arkasında üzülmenizi sağlayacak bir şey mutlaka oluyor. Hayat iniş çıkışlardan, üzüntü-mutluluklardan ibaret sanki. Ama gayesizce bir boşlukta inip çıkmanın hiç bir anlamı yok. Oysa benim hayatımın bir gayesi yok, ben sadece iniş çıkışlarımın notlarını tutuyorum. Gayesiz bir salıncak gibi sallanıp duruyorum şu boşlukta.
Çocuk salıncaktan inmeyince çaresiz anne Elizabet'e gülümseyerek çocuğu karşısında kaldığı çaresizliği ifade edercesine gülümsedi. Yağmurda ıslanan kadın Elizabet'e doğru yürüdü. "Bari şuracıkta biraz oturayım çok yoruldum" dedi. Elizabet'e selam verdi. Elizabet, kadının gülümsemesinden çok etkilenmişti. İnsanın içini ısıtan bir tebessümdü bu. Böylesine güneş gibi insanın içini ısıtan bir tebessümle hiç karşılaşmamıştı. Bir annenin çocuğuna şefkatle gülmesi gibiydi; sıcacık.
Arayıp da bulamadığı anne şefkati sıcaklığıydı bu belki de. Kadınla çocuğu ile ilgili konuştular. Kadın çocuğunun çok hareketli olduğunu, ona ayak uydururken zorluk çektiğini, yorulduğunu söyledi. Sohbetleri iyice koyulaşmıştı, yağmur da artık durmuştu. Artık senli benli olmuşlardı. Elizabet, kadına çok ısınmıştı. Kadının anlattıkları ona çok ilginç geliyordu. Kadına "sizinle daha önce tanışmış gibiyiz" dedi. "Sizinle bir yerde karşılaştık mı acaba" dedi. Kadın "dünyadayken sizinle karşılaşmadığımı söyleyebilirim. Ama ruhlar alaminde belki ruhlarımız tanışmış, olabilir". Kadın Allah'tan bahsettikçe Elizabet, kafasına takılan soruları sormaya devam etti. Elizabet de Allah'a inanıyordu. Ama Hristiyanlığın kuralları farklıydı. Bir ara kadına, "biliyor musunuz size tebessüm çok yakışıyor" dedi. Kadın gülümsedi, "bu belki niyete bağlıdır" dedi. "Çünkü ameller niyete göredir. Yaşadığım din, çifte standarda karşı, yapmacık davranışlardan bizi sakındırır. Peygamber Efendimiz gülümsemeye çok önem vermiştir. Hz. Peygamber Efendimiz (sav) "Tebessüm sadakadır" diyerek tebessümün sosyal hayatta, ikili iletişimde, psikolojide ne kadar çok önemli olduğunu vurgulamıştır. Hz. Muhammed (sav) çok şefkatlidir. Hem de insanın öz annesinden ve babasından daha çok şefkatlidir. Anne baba, çocuğa yanlış örnek olup onun ahiretini karartabilirler. Hiçbir anne ve baba çocuğumuz Cehennemde yanmasın diye daha dünyadayken gözyaşı dökmezken, Peygamber Efendimiz daha asırlar önce dünyaya gelmiş ve gelmemiş ümmeti için gözyaşlarına boğulmuş, "Ümmetim ümmetim" demiş, O bizi anne ve babamızdan daha çok seviyor ve daha çok düşünüyor. Sünnetlerinin hepsi bizi Cehennem ateşinden koruyacak bir kalkan gibi. Her sünneti bizi Cehennemden daha da uzaklaştırıyor. Böylesine şefkatli bir Peygamberin (sav) ümmeti olduğum için çok mutluyum.
Bizler O'nu görme mutluluğuna nail olamadık. Ama O'nun mucizelerini görüyoruz. Parmağıyla ikiye böldüğü aya her baktığımızda Resulullah'ın o mucizesini tekrar tekrar hayranlıkla izliyoruz. O'nu görmeyenler de O'nu gören sahabe kadar seviyor bu da O'nun şefkatinin mucizesi belki de".
Elizabet, "sizin dininiz ne kadar farklı" dedi.
Elizabet, kadının susmasını istemiyordu adeta. O, konuştukca Elizabet'in kalbindeki boşluk birazcık daha doluyor gibiydi. Elizabet, Hz. Muhammed (sav)'in şefkatini yüreğinde hissetmeye başlamıştı bile. Kadın Elizabet'e bir anahtar uzattı. Elizabet, anahtarı aldı ve onu kaybetmemek için çok gizli bir yere sakladı. Elizabet, kadına dönerek "benim okula dönmem gerekiyor, izin saatim bitmek üzere" dedi.
Güneş yağmurdan sonra yine kendini göstermişti. Elizabet, güneşe tebessümle baktı "ben de güneşimi buldum galiba" dedi. Kalbi huzur içindeydi. Kanayan yaraları kabuk tutmaya başlamıştı. Kadının sözleri merhem olmuştu yaralarına, ümmeti için ağlayan bir Peygamber hayal etti. "Aman Allah'ım ben annem olmadığı için ağlamak yerine o benim için ağlayan bir Peygamber'im olmadığı için ağlamalıymışım meğer". Okula geldiğinde yatakhaneye indi. Bugün yaşadıklarını hatırâ defterine nakşetmek istiyordu. Bavulunu açtı, içinden hatıra defterini çıkarttı. Defterinin anahtarı yerinde yoktu. Aradı bulamadı. Kalbi yine sıkıştı üzülmüştü çünkü. Parktaki kadının kendisine verdiği anahtar aklına geldi. Çıkarttı onu kalbinin derinliklerine saklamıştı kaybetmemek için.
"Eşhedüenlailaheillallah ve eşhedüenne Muhammeden abdühü veresulühü. Artık benim için ağlayan bir Peygamberim var" dedi. Kalbi Peygamberle (sav) tanışmanın mutluluğu içindeydi. Yüzünde güller açıyordu.
Fatma ÇAKMAK