Dini ve Milli Bütünlüğümüze Yönelik Tehditler
Afrika'da sömürge yönetimlerinin kuruluşu kolay olmamıştır. Afrika'yı aralarında imzaladıkları çeşitli antlaşma ve kongrelerle paylaşan Avrupa devletleri, kendi nüfuz alanlarındaki sömürgelerde birbirinden farklı yönetim politikaları takip etmişlerdir.
Sömürgecilik hareketlerinin ana sebepleri ekonomik ve milletlerarası politika alanında prestij kazanmak olduğundan, sömürgeci ülkeler öncelikle Afrika'da faaliyet gösteren şirketlere destek sağlayarak buradaki ekonomik imkanların anavatana aktarılmasına çalıştılar.
Sömürgenin ekonomik yapısı, hammadde ihracı ve mamul madde ithali şeklinde bir temele oturtularak tamamen sömürgeci ülkenin ekonomik ihtiyaç ve çıkarlarına uygun biçimde kurulup geliştirildi. I. Dünya Savaşı'ndan önce Afrika'nın bazı yerlerinde sömürgeci sermayesinin yatırım yapması, Afrikalıların ihtiyaçlarına değil Avrupa ülkelerinin çıkarlarına yönelik olmuştur.
HEDEF AYNI YÖNTEM DE?İŞİK
Sömürge yönetimlerinin bir başka özelliği, sömürgelerin en güzel ve en önemli yerlerine Avrupalıların yerleştirilmesi ve her türlü stratejik mevkilerin onlara verilmesidir. Cezayir'e yerleştirilen 400 bin kadar Fransız, bu ülkenin bağımsızlığa kavuşmasında büyük problem teşkil etmiştir. İtalya, Libya'nın sulanabilir arazilerine İtalyanları yerleştirmiştir. Batı, Orta ve Güneybatı Afrika'daki Avrupalı beyazlar ile Güney Afrika ve Rodezya'da ırk ayırımı resmî politika haline getirilmiştir.
Fransa, Portekiz ve Belçika, sömürgelerini merkezden yönetmeye ve onları merkezin bir vilayeti şekline getirmeye çalışırken, İngiltere yerinden yönetim ilkesine uyarak dolaylı yönetim politikası takip etmiştir.
Doğrudan yönetim biçimi uygulayan Fransa, takip ettiği asimilasyon politikasıyla kültürel bakımdan kendi toplum ve gelenekleriyle çatışan nesillerin yetişmesine sebep olmuştur. Yerlilerin yönetimde söz sahibi edildiği sömürge yönetimlerinde de sadece Avrupalılara yardımcı olacak kadroların yetiştirilmesine çalışılmıştır.
İktidarın Batılı güçlerin elinde olması, sömürge topraklarında sosyal yapıyı ve siyasi bünyeyi bozmuştur. Kabile şeflerinin etkisiz hale gelmesiyle toplum bölünmüş ve birleştirici, bütünleştirici geleneksel unsurlar kalmamıştır.
Ayrıca Batı ülkelerine ait şirketlerin şehir merkezlerinde kurdukları tesislerde, kırsal kesimdeki yerlilerin gelip işçi olmaları şehirleşme eğilimini ve bununla ilgili olarak da konut ve gecekondu problemini ortaya çıkarmıştır. Batı ideolojileri, değer yargıları ve kültür kalıpları, ortadan kalkan geleneklerin ve eski kültürlerin yerini almıştır.
Genellikle misyonerlerin yönettikleri okullarda Batılı ideolojilerle yetişen bir seçkin zümrenin meydana çıkması, yerli halkın lehine olmaktan çok sömürgeci ülkenin lehine hareket eden bir aydınlar zümresi oluşturmuştur.
AFRİKA'DA YÜKSELEN DE?ER: İSLAM
Afrika'da yerli dinler ile sonradan yayılmış dinler arasında İslamiyet ve Hıristiyanlık önemli yer tutar. Afrika'nın özellikle batı, Ekvator ve güney bölgelerinde yaşamakta olan yerli dinler, konuşulan dillerin sayısından daha fazla olmakla birlikte üç ana din grubu içerisinde mütalaa edilebilir. Bunlar Animizm, Fetişizm ve Totemizm'dir. Afrika'da uzun bir geçmişi bulunan İslamiyet ve Hıristiyanlık daha ziyade şehirlerde yaygındır. 4. yy'da Hıristiyanlık, Mısır'dan Tunus Körfezi'ne kadar olan sahada ve özellikle Aşağı Nil Bölgesi'nde hakimiyet kazandı. Fakat 7. yy'da ise İslam dininin yayılmasıyla gerilemeye ve silinmeye başlayan bu din, sadece köklü bir geçmişe sahip olduğu Habeşistan'da gücünü koruya gelmiştir.
Hıristiyanlık hiçbir zaman Büyük Sahra'dan Batı Afrika'ya doğru sokulamamıştır. İslamiyet ise 7. yy'dan itibaren Avrupalıların Gine Körfezi kuzey kıyıları boyunca uzanan sahaya gelmesine kadar geçen bin yıllık zaman zarfında Kuzey Afrika'daki bütün topluluklar tarafından benimsenmiş ve Gine Körfezi'ne kadar yayılmıştır. Hıristiyanlık bu bölgeye ancak 19. yy'ın ortasından itibaren nüfuz etmeye başlamıştır. Portekizliler, 16. yy'da İslamiyet'in Hicri I. asrın başlarından itibaren yayılmaya başladığı Doğu Afrika sahilleri ve batıda Kongo ve Angola'nın kıyı bölgeleri ile Batı Afrika'nın bazı noktalarında misyonlar kurarak Hıristiyanlığı yaymaya çalıştılar. 17. ve 18. yy'da ise Hollandalı göçmenler, Hıristiyanlığın değişik bir yorumu olan Kalvinizm'i Güney Afrika'ya soktular. 19. yy'ın ortasından itibaren gerek Protestan, gerekse Katolik misyonerler Batı, Doğu ve Merkezî Afrika'nın muhtelif kısımlarında çalışmalara başlamışlardır. Misyonerlik faaliyetleri 1860'tan sonra çok genişlemiş ve bugün artık Büyük Sahra'nın güneyindeki sahalarda Hıristiyan misyonu bulunmayan pek az yer kalmıştır. Bununla beraber Hıristiyanlık, İslam dininin uzun zamandan beri hâkim olduğu bölgelerde fazla sayıda insanı dinlerinden döndürmeye muvaffak olamamıştır. Bugün ise İslamiyet'in Hıristiyanlık'tan daha çok yayıldığı görülmektedir. Bölgelere göre yer yer oranlarda farklılıklar olmakla birlikte genel olarak Büyük Sahra'nın güneyindeki ülkelerde nüfusun yüzde 25'ten biraz fazlası Müslüman'dır. Hıristiyanların oranı yüzde 25'ten az olup kalan yüzde 50'si geleneksel kabile dinlerine bağlıdır. Afrika nüfusunun yaklaşık yüzde 50'si Müslüman olmakla beraber Gine Körfezi'nin kuzey kıyıları boyunca sıralanan ülkelerde nüfusun yüzde 80'den fazlası, Kuzey Afrika ülkeleriyle doğuda Somali'nin tamamı Müslüman'dır. Özellikle iki dünya savaşının ardından misyonerlerin gerçek yüzünü tanıyan ve hızla ihtida eden Afrikalıların bağımsızlıklarını kazanmasında İslam'ın rolü büyük olmuştur. Aslında 1965 İkinci Vatikan Konsili'nde diyalog kararının alınmasında bu hezimetin rolü büyüktür. Kenya ve Tanzanya'da Müslümanların çoğu kıyı bölgelerinde, Batı Afrika ülkelerinde ise, daha çok kuzey bölgelerinde toplanmışlardır. Kongo Halk Cumhuriyeti ile Zambiya'da ise Müslüman azdır.