Ey kardeşim! Sakın kendi başına bir şey yaptığını zannetme. Bil ki; oruç tuttuğunda onu sana Allah tutturmuş, namaza kalktığın zaman Allah seni kaldırmış, bir iş yaptığında onu sana Allah yaptırmış, bir şeyi gördüğünde onu sana Allah göstermiş, su içtiğinde onu sana Allah içirmiş, takvâ derecesine ulaşmışsan Allah seni ulaştırmış, bir derece katetmişsen o dereceye Allah seni ulaştırmış, maddî-manevî bir şeye mazhar olmuşsan Allah seni mazhar kılmıştır. Bilesin ki, senin ortada müdâhelen yoktur. Sen ancak âsî bir kulsun. Bunu bilmelisin. Şu bir hakîkattir ki, senin tek bir iyiliğin yoktur; nereden olsun ki bütün iyiliklerin yegâne sahibi Allah'tir. O, Hâkim'dir, dilerse amellerini kabul eder, dilerse reddeder.
Bu yoldan gelen manevî evlât, belden gelen maddî evlâttan daha hayirlidir. Çünkü, belden gelen maddî evlât zâhirî mîrâsa, yoldan gelen manevî evlât da bâtinî mîrâsa sahip olur.
Kim Allah'in vahdâniyetine girer ve kendisine celâl ve azamet sırları açılırsa, o yalnız Allah'la birlikte olur. Bu haliyle o, tam bir fenâ hali yaşar. Sonra da Allah'ın korumasına girer. Bu mertebede o, hazır da olsa, gaybet âleminde de olsa, Allah'ın koruması altındadır. Onun kerâmet arzusu yoktur. Nefsânî işlerle de bir alâkası bulunmaz. Sırf ubûdiyet için kendini tecrit etmiştir.