Bir dakika... Yanlış görmüyorum galiba? İleride bir adam elleri ile bana işaret ediyor. Dursam mı, belki gariban biridir? İşte durdum.
- Buyur amca bir şey mi var?
- Var tabii... Bir an durmayacaksın sandım. Beni almadan mı gidecektin?
- Allah Allah! Adama bak! Yaşlı da değil. Kırk yıllık ahbap gibi. Ne kadar da içten. Nereye gidiyorsun?
- Senin gittiğin istikamete. Yarı yolda ineceğim. Alır mısın beni?
- Olur amca.
Adamın yüzü ne kadar da nurlu. Gözlerinin içi insanı büyülüyor. Bu adamda veya bende bir gariplik var. Yoksa hayal mi görüyorum? (Eliyle dizini hafifçe çimdikler). Yok yahu gerçek! Gerçeğin ta kendisi.
- Evladım adın ne senin?
- Benim adım Ali.
- Memnun oldum.
- Ya senin adın ne amca?
- Halil. Benim adım Halil.
- Nerelisin?
- Mardinliyim.
Mardinli deyince şaşırdım. Çünkü konuşması hiç Mardinli'nin konuşmasına benzemiyordu. Boş ver canım gönlünü bozma. Halil amca sordu:
- Ne iş yapıyorsun?
- Talebeyim.
- Öğretmeninin ismi ne?
- Ahmet.
Ahmet deyince amca bir tebessüm etti ki arabayı sürmesem durup yüzünü seyredeceğim. İçim kıpır kıpır. Bir müddet durdu ve
- Ahmet öğretmeni tanırım dedi.
Tanırım deyince kalbim güm güm atmaya başladı. Bu yolcu acaba nereden tanır diye düşünüyordum.
- Ahmet öğretmen çok sevilen biridir. Çok başarılı ve gayretlidir. Emin ellerde ehil hocalardan ders görmüştür. Fen ilimlerine açık, hitabeti güçlü, firaseti, ileri görüşlülüğü keskindir. Her an on yıl sonrasını avucunun içi görüp, fikirlerini, düşüncelerini insanlığın hayrına uygun olarak ortaya koyar, okur, araştırır ve çözüm yollarını gösterir.
Bir an arabayı durdurup yüz yüze, diz dize bu amcayı dinlemeyi içimden geçiriyordum. Bu düşüncemden vazgeçip merakla sordum:
- Nereden tanıyorsun, dedim
- Yakînen tanırız, dedi.
- Akrabası mısınız, deyince
- Hayır, dedi.
Nedense bu sorudan rahatsız oldum, içim daraldı. Kendi kendime "adam imtihan eder gibi bir soru sorduğum için" acaba incindi mi diye düşünmeye başladım. Tam bu anda yüzünü bana dönerek şöyle dedi:
- Böyle insanlar sadece etrafına değil dünyaya ışık saçarlar. Tarihin şeref levhalarında yerlerini alırlar. Ahmet'i dünya bekliyor, dünya!
Kalbim yerinden çıkacak gibi oldu. Kelimeler ağzından dökülünce kazan kaynaması gibi içim ürperiyordu. Öğretmenimin kurtarıcı sözlerini, kitaplarla dostluğunu, kemalatını, cesaretini, nezaketini, nezafetini, dirayetini böylesine içten tanımlayan Halil Amca rüzgarın yaprakları sallaması gibi yüreğimi estiriyordu. Bana seslenerek:
- Yakında ineceğim, dedi.
İneceğim sözü bana öğlesine hüzün verdi ki, yollar uzasayda da ayrılık tez olmasaydı diyordum ki;
- Öğretmeninin kıymetini bil, ilimden ahlaktan ayrılma. Bu insanlar güneş gibidirler. Onlar, insanlık karamsarlığa düştüğünde ümide, huzura çağırırlar. Kendinden emin olarak hayatlarını insanlığın kurtuluşuna adamışlardır. Bu duygu Allah'ın onlara bahşettiği ilahi kabiliyettir.
Halil Amca bu sözlerden sonra torbasından üç tane gül çıkarıp bana verdi.
- Al evladım bunlar sana hediyemdir, dedi.
Gülleri aldım. Elini uzattı; bembeyaz yumuşak bir el. Oturduğum şoför koltuğundan, "Güle güle Halil Amca dedim. Halil Amca kapıyı açtı iniyordu. Bir anda dalmıştım. Hay aksi. Kalkıp ayakta uğurlayayım diyerek kapıyı açıp dışarı çıktım. O da ne? Halil Amca yok! Hayır olamaz! Yoksa arabanın sağ tarafına mı düştü? Hemen arabanın kenarına koştum. Orada da yoktu. Sağa sola bakındım bulamadım. Sizler ne düşünürsünüz bilmem ama... Halil Amca pervaz olup (uçup) gitmiş miydi? Yoksa yeryüzünde uçarak dolaşan, ümitler aşılayan, hikmetler çağlayan, sevgileri sevdaları coşturan, nasiptar ve samimi gönülleri müjde ve esrar ile parıldatan Hızır mıydı? Bilmiyorum ama tam üç gündür şu masamdaki gülleri kokluyorum. Her yaprağı ayrı bir fikir, her tomurcuğu gizemli bir manayı anlatıyormuşçasına hisliyim, dalgınım, hayranım (Ali).
Mustafa Sabri