Bu Cumartesi gününe, sizlerle paylaşmak üzere neler yazmalıyım diye bir müddet düşündüm. Önce çocukluk günlerimin akılda kalan birkaç hatırasını bir kağıda karaladım. Ardından da onu başka bir zamana ayırmanın daha iyi olacağını düşündüm. Sonra kağıdı kalemi alıp, her zaman karıncalarla dolu sahile inen merdivene gidip, onları izlemenin, dünyalarını biraz olsun bizim penceremizden anlayabilip, ibretler almaya çalışmanın daha iyi olacağı kararını vardım. Merdivenlerden indiğimde ise; inanın ilk defa karıncaları her zamanki yerlerinde göremedim. Herhalde sitenin temizliğinden sorumlu kişi buraları yeni süpürmüş olmalı diye düşündüm. Niyetim ikinci defa da bozulmuştu. Bir kere yazmaya niyet etmiştim ya, "her şeyde bir hayır vardır" dedim ve okulların da açılmış olması sebebiyle derya ve gökyüzüyle başbaşa iken, durum beni burada görebildiğim güzellikleri sizlerle paylaşmaya itmişti yazmaya başladım:
Henüz ikindi ezanı okunmuştu. Gökyüzü masmavi, denizin kıyı kesimleri pırıl pırıl, berrak, sakin daha dün buralara yağmur yağmamış gibiydi. Daha ileriye baktıkça deniz mavi ve hatta ufuk laciverte dönük bir renkteydi. Martıların sesleriyle beraber kalemim işliyordu. Uzaklarda bir iki büyük gemi hayalmeyal görülüyor, yan taraftaki evin söğüt ağacı salkımlarını kuma kadar uzatmıştı. Sırtımı yasladığım duvarı süsleyen sarmaşıkların tohumları yerlere dökülmüş, iki küçük çocuk kumların arasından birşeyler toplayıp torbalarına dolduruyorlardı. Kimbilir istiridye kabukları ya da midye veya ufak taşlardan ne yapacaklardı? Belki de bugünü hatırlamak için sadece birer hatıra olacaktı.
Buralardan el ayak çekilmiş, emekli bir kaç aile ile ıssız bir yere dönüşmüştü. İnsanlardan uzak kalma sebebiyle, konuşma sırası, sesizce de olsa şimdi buralara gelmişit. Yüce Allah (cc) Bakara Sûresi'nin 164. ayet-i kerimesinde şöyle buyuruyordu: "Göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün biribiri ardınca gelmesinde, insanlara yararlı şeylerle denizde süzülen gemilerde Allah'ın gökten indirip yeri ölümünden sonra dirilttiği suda, her türlü canıyı orada yaymasında, rüzgarları ve yerle gök arasında emre amade duran bulutları döndürmesinde, düşünen kimseler için deliller vardır."
Hakkıyla düşünen insanlardan biri olabilmeyi arzularken gözüm komşu bahçenin bir ağacına takılmıştı. Bir serçe, akşam yemeğini yeşil elmalardan düşünmüş ki, bu ağaca dadanmıştı. Buralar sanki şimdi daha bir huzurlu ve mutluydu. Sapan taşıyla kuşları kovalayan çocuklar, teyp sesleriyle dalganın sesini bastıran gençler ve iki dünyada da yanmanın yolunun denizlerden geçmek olduğuna işaret edercesine kumların üzerine uzanan bedenler yoktu. Biraz ileride nur yüzlü, yaşlıca bir amca fırsat bu fırsat suya dalıp, kulaçlar atarak yüzüyordu. Voleybol ağları, çardakta Maide Sûresini'nin "Ey inananlar! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki saadete eresiniz" 90. ayetini hiç duymamış ya da duymamış olmayı tercih eden insanların oynadığı türlü oyunlar için olan masa ve sandalyeler de toplanmıştı.
Huzur ve saadet zannettikleri ama sadece geçici ve günah dolu, türlü rezaletlere belki seneye devam etmek üzere buralardan ayrılınmıştı. Oysa huzur ve saadet şimdi Eylül'ün ılık rüzgarıyla beraber esiyordu. Martıları, denizi, dalgayı, gökyüzünü ve Rabbini seven insanların üzerine!..
Hümeyra EZERGÜL
Henüz ikindi ezanı okunmuştu. Gökyüzü masmavi, denizin kıyı kesimleri pırıl pırıl, berrak, sakin daha dün buralara yağmur yağmamış gibiydi. Daha ileriye baktıkça deniz mavi ve hatta ufuk laciverte dönük bir renkteydi. Martıların sesleriyle beraber kalemim işliyordu. Uzaklarda bir iki büyük gemi hayalmeyal görülüyor, yan taraftaki evin söğüt ağacı salkımlarını kuma kadar uzatmıştı. Sırtımı yasladığım duvarı süsleyen sarmaşıkların tohumları yerlere dökülmüş, iki küçük çocuk kumların arasından birşeyler toplayıp torbalarına dolduruyorlardı. Kimbilir istiridye kabukları ya da midye veya ufak taşlardan ne yapacaklardı? Belki de bugünü hatırlamak için sadece birer hatıra olacaktı.
Buralardan el ayak çekilmiş, emekli bir kaç aile ile ıssız bir yere dönüşmüştü. İnsanlardan uzak kalma sebebiyle, konuşma sırası, sesizce de olsa şimdi buralara gelmişit. Yüce Allah (cc) Bakara Sûresi'nin 164. ayet-i kerimesinde şöyle buyuruyordu: "Göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün biribiri ardınca gelmesinde, insanlara yararlı şeylerle denizde süzülen gemilerde Allah'ın gökten indirip yeri ölümünden sonra dirilttiği suda, her türlü canıyı orada yaymasında, rüzgarları ve yerle gök arasında emre amade duran bulutları döndürmesinde, düşünen kimseler için deliller vardır."
Hakkıyla düşünen insanlardan biri olabilmeyi arzularken gözüm komşu bahçenin bir ağacına takılmıştı. Bir serçe, akşam yemeğini yeşil elmalardan düşünmüş ki, bu ağaca dadanmıştı. Buralar sanki şimdi daha bir huzurlu ve mutluydu. Sapan taşıyla kuşları kovalayan çocuklar, teyp sesleriyle dalganın sesini bastıran gençler ve iki dünyada da yanmanın yolunun denizlerden geçmek olduğuna işaret edercesine kumların üzerine uzanan bedenler yoktu. Biraz ileride nur yüzlü, yaşlıca bir amca fırsat bu fırsat suya dalıp, kulaçlar atarak yüzüyordu. Voleybol ağları, çardakta Maide Sûresini'nin "Ey inananlar! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki saadete eresiniz" 90. ayetini hiç duymamış ya da duymamış olmayı tercih eden insanların oynadığı türlü oyunlar için olan masa ve sandalyeler de toplanmıştı.
Huzur ve saadet zannettikleri ama sadece geçici ve günah dolu, türlü rezaletlere belki seneye devam etmek üzere buralardan ayrılınmıştı. Oysa huzur ve saadet şimdi Eylül'ün ılık rüzgarıyla beraber esiyordu. Martıları, denizi, dalgayı, gökyüzünü ve Rabbini seven insanların üzerine!..
Hümeyra EZERGÜL