Hülasa; bu muazzam kardeşlik ve fedakârlık sayesinde her meselenin üstesinden gelerek, el-ele, gönül-gönüle yürüyerek Allah'a kul olup, insanların da kısa zamanda Rab'lerine yönelmelerine vesile oldular. Bu güzide kardeşlik seviyesine onları getirmek için Hz. Peygamber, 14 yıl emek sarfetti. Ancak bu seviyeyle, kuracağı binaya sağlam bir temel atmış oldu. Artık böylesine kuvvetli bir temel üzerine katları birbir çıkıp; bulutlara değen bir gökdelen yapmak çok kolaydı... Dolayısıyla diyebiliriz ki; İslâm nurunun Medine dönemleriyle beraber âlemi aydınlatması, ışığının kuvvetini bu kardeşlik ve muhabbetten almasından kaynaklanmaktadır.
*Cenâb-ı Resûlün, Muhacir ile Ensarı kardeş yaparken, eşleştirmeye çok dikkat ettiğini görüyoruz. Bilhassa Muhacirinin gönüllerini telif etmek, Medine'ye ve Medinelilere alıştırmak gayesi güdüldüğü için, Allah Resulü bu kaynaşmayı süratlendirmek ve kuvvetli kılmak gayesiyle eşleştirme yaparken; onların fıtraten, zevk ve mizaç yönünden birbirlerine uyum içerisinde olmalarına çok dikkat etmişlerdir. "Mesela; Selman-ı Farisi ile Ebu'd-Derda, Ammâr ile Huzeyfe, Mus'ab ile Ebu Eyyüb Hazretleri arasında mizaç, zevk ve hissiyat itibarıyla tam bir vahdet sözkonusudur".
Bu durum, Hz. Peygamberin ferasetinin enginliğini göstermesi bakımından da çok manidardır. Onun, gelmiş geçmiş en büyük siyasetçi oluşundaki nükte de; insanı tanıyıp, fıtrat ve kâbiliyetine uygun olan ortamda değerlendirebilmesinde gizlidir. Bu suretle; Hakk'a dost olmayan, ya da; bu lutfa erişmiş olarak insana ve kâinata Allah'ın nuruyla bakan bir kâmil insanın terbiyesinde bulunmayanların insanı tanımaları mümkün olamayacağı gibi, tanımadıkları insanları yönetip yol göstermeleri de mümkün olamayacaktır.
Muhacir-Ensar kardeşliği
Hz. Resul, Muhacirlerin bir kısmını da kendi aralarında kardeş yapmışlardı. Mesela Hz. Ebubekir ile Hz. Ömer kardeş idiler. Hz. Ali (ra) birgün gözyaşları içerisinde Peygamber Efendimize gelerek; "Ey Allah'ın Resulü! Sen herkesi birbiriyle kardeş yaptın. Benimle hiç kimse arasında kardeşlik kurmadın" diye dert yanınca, Kâinatın Efendisi; "Ya Ali, sen dünyada da, ahirette de benim kardeşimsin" buyurarak en mukaddes kardeşliği kendilerine hediye etmişlerdir.
Hz. Ali'nin, bir sahabi ile kardeş yapılmamasından müteessir olup ağlaması, ashabın kardeşlik ve muhabbete olan iştihasını göstermektedir ki, Allah Resulü bu sevgi ve muhabbetlerini temin için bazı Mekkeli Müslümanları da kendi aralarında kardeş kılarak hiç kimseyi bu kardeşlikten mahrum etmemişlerdir.
Abdurrahman b. Avf'ın Medine'de örnek bir ticarî oluş başlatarak Müslüman pazarı kurmaya çalışması ve Allah Resulü'nün bu noktada duasını alması da bize göstermektedir ki; inanan insanlar bulundukları beldelerde maddî bağımsızlıklarını da kazanmak durumundadır. Müslümana yaraşır bir dayanışma ve ortaklık içerisinde ülkesindeki pazara Müslüman hakim olursa, haksız kazanç, faiz, karaborsacılık vs. gibi zulümlere mani olacağından, hem zulmü önlemiş, hem zenginliğiyle İslâm'a hizmet etmiş, hem de maddi güç kaynaklarına sahip olup, piyasayı istediği tarzda yönlendirerek; insanlığın kanını emen bazı grupların tasallutundan, bütün insanlığı kurtarma yolunda adım atmış olur.
İşte Müslümanın zengin olmasında böylesine ulvî bir gaye olduğundan, bu işte öncülüğü başta Allah Resulü ve yetiştirip güvendiği sahabileri yapmışlardır. Öyleyse, her devirde lider ve örnek insan pozisyonundaki insan-ı kâmiller, bu hususta da himmetlerini göstererek etraflarındaki Müslümanları teşvik ederek onlara rehber olabilmeli, kuracakları örnek ticarî şirket vs. kuruluşlarla örnek modeller sunabilmelidirler.