Gece bütün güzelliğiyle beni mest etmekte yine, her gece olduğu gibi, o beni davet eder, ben de gelirim. Uykuyu oyuncak kılarım, onlar oynarlarken ben girerim gecenin içine ve müthiş bir hasbıhal başlar. Bazen o söyler ben dinlerim, bazen ben konuşurum o dinler.
Sokağa bakan penceremde sokak lambasının verdiği o tatlı mı tatlı loş ışıkta yazıyorum bu satırları. Odamın lambasını yakmak gecenin ahengine bir engel sanki, böylesi çok güzel. Sokaklar avuçlarımın arasında gibi. Nadiren tekli insanlar dışında sessiz ve sakin. Bazen bir kedicik geçer ve gece bekçisi dolanır ileri geri. Hepsi de gecenin öz be öz evladı, benim gibi, susamışlar gibi.
Su dedim de aklıma geldi, bugün suyumuz akmıyordu musluklardan, kesmişler. Sık sık olur buralarda su kesintileri. Dilin damağın kurur bir damla suyu bulamazsın. Hasretin gözyaşlarına karışır, yine de sunulmaz şerbet. Susamak güzeldir derler, su ne yaparsa yapsın susayan ona bin defa razıdır derler. Beklersin... Bekliyorum...
Aşk şarabı nedir bilir misin diye bir sual sorsam sana, bu da nerden çıktı diye gücenir misin? Hani ya Mevlana hazretleri, "Benim sarhoşluğum üzüm sarhoşluğu değildir, aşk sarhoşluğudur" diyor ya. Anladın değil mi, söylemek istediğimi, şaraptan maksat aşktır. İşte bu nedenle kana kana şaraba doyuracak bir saki bekler insanlar. Gecelerine yoldaş olacak, sabahlara kadar onlara ibadet şevkini verecek...
Sularımız belki de bu yüzden akmıyordur. Susamışız susamaya. Çorak topraklar susamış, Anadolu susamış, tüm insanlık susamış, biz de de susamışız.
Ay ile güneşin farkı nedir, diye sorsam ne dersiniz? Güneşi herkes görür, ay'ı ise sadece onu görmek için gece ile arkadaşlık edenler görür. Susamışlar, yanmışlar görür, oyun ve oyuncaktan vazgeçenler görür. Ancak ay'ı her zaman göremezsin bütün ihtişamıyla, her gece takip etmelisin.
Gecenin binbir türlü hali var. Halihazırda sularımız kesik olduğu için, bu duyguları döktüm satırlara, aşk şarabından ve sakiden konuştuk bu gece...
Aaa... İçerden bir ses mi geliyor, ne? Evet evet, musluklardan sular akmaya başladı. Ne güzel...
Fatıma Leyla
Sokağa bakan penceremde sokak lambasının verdiği o tatlı mı tatlı loş ışıkta yazıyorum bu satırları. Odamın lambasını yakmak gecenin ahengine bir engel sanki, böylesi çok güzel. Sokaklar avuçlarımın arasında gibi. Nadiren tekli insanlar dışında sessiz ve sakin. Bazen bir kedicik geçer ve gece bekçisi dolanır ileri geri. Hepsi de gecenin öz be öz evladı, benim gibi, susamışlar gibi.
Su dedim de aklıma geldi, bugün suyumuz akmıyordu musluklardan, kesmişler. Sık sık olur buralarda su kesintileri. Dilin damağın kurur bir damla suyu bulamazsın. Hasretin gözyaşlarına karışır, yine de sunulmaz şerbet. Susamak güzeldir derler, su ne yaparsa yapsın susayan ona bin defa razıdır derler. Beklersin... Bekliyorum...
Aşk şarabı nedir bilir misin diye bir sual sorsam sana, bu da nerden çıktı diye gücenir misin? Hani ya Mevlana hazretleri, "Benim sarhoşluğum üzüm sarhoşluğu değildir, aşk sarhoşluğudur" diyor ya. Anladın değil mi, söylemek istediğimi, şaraptan maksat aşktır. İşte bu nedenle kana kana şaraba doyuracak bir saki bekler insanlar. Gecelerine yoldaş olacak, sabahlara kadar onlara ibadet şevkini verecek...
Sularımız belki de bu yüzden akmıyordur. Susamışız susamaya. Çorak topraklar susamış, Anadolu susamış, tüm insanlık susamış, biz de de susamışız.
Ay ile güneşin farkı nedir, diye sorsam ne dersiniz? Güneşi herkes görür, ay'ı ise sadece onu görmek için gece ile arkadaşlık edenler görür. Susamışlar, yanmışlar görür, oyun ve oyuncaktan vazgeçenler görür. Ancak ay'ı her zaman göremezsin bütün ihtişamıyla, her gece takip etmelisin.
Gecenin binbir türlü hali var. Halihazırda sularımız kesik olduğu için, bu duyguları döktüm satırlara, aşk şarabından ve sakiden konuştuk bu gece...
Aaa... İçerden bir ses mi geliyor, ne? Evet evet, musluklardan sular akmaya başladı. Ne güzel...
Fatıma Leyla