Senelerce hocası Osman Hârûnî'nin derslerine ve sohbetlerine devam edip, tasavvufta yükseldi ve halifesi oldu. Elli iki yaşına gelince, seyahatlere çıktı. Bağdat'a gidiyordu. Yolculuğu sırasında, Sencer kasabasında büyük alim Necmüddîn-i Kübra ile tanışıp, birlikte Bağdat'a geldi. Bir müddet kalıp, Hemedan'a geçti. Hemedan'da, mürşid-i kamil Yusuf Hemedânî'yi tanıyarak sohbetlerinde bulundu ve çok istifade edip, feyz aldı. Buradan da Herat'a ve Belh'e giderek ilimde ve tasavvufta çok yükselip pek çok talebe yetiştirdi.
Muînüddîn-i Çeştî Hazretleri, Hindistan meşâyihi arasında Çeştî meşrebinin imâmı sayılır. Çünkü Hindistan'da İslâmiyet, onun gayreti ve hizmetleri ile yayılmıştır. Sohbetinde bulunan kimseleri çok kısa zamanda tasavvuf hâllerinde yükseltirdi. Bir kimse üç gün onun sohbetine devâm etse, yükselir, kerâmet ve mârifet sâhibi olmakla şereflenirdi. Mübârek nazarları kime tesadüf etse, doğru yola kavuşurdu. Yedi günde bir, beş miskal (24 gr) kuru ekmeği suya batırır ve öyle yerdi. Hırkasını yamayıp giyer, eskidikçe yine eski yamaları temizleyip, tekrar yamardı. Her gece ve gündüz bir hatim okurdu. Kur'an-ı Kerîmi hatmedince, gâibden; "Ey Muînüddîn! Hatmin kabûl edildi" diye bir ses işitilirdi.
Aldığı mânevi işâret üzerine Medîne-i Münevvereden ayrılan Muînüddîn-i Çeştî Hazretleri derhal Hindistan'ın yolunu tuttu. Kendisini sevenlerden kırk kişi de birlikte idi. Bir müddet yolculuktan sonra Hindistan'a ulaştılar. Ecmir'e yaklaştıklarında, bölgenin racası (prensi), Ecmir'e gelmekte olduğunu öğrenince; onu târif ederek, görüldüğü yerde öldürülmesini emretti.