MİSAFİR KALEM/ Zafer YALÇIN
İç Anadolu'nun küçük bir ilçesindeydim. Ankara'ya kalkacak olan otobüsümün gelmesine daha bir saat vardı. Tek başıma oturmuş çay içiyordum. Yan masada oturan orta yaşlı adamların konuşması dikkatimi çekti. Her zamanki şeylerden bahsediyorlardı. Seçimden, hükümetten, gelecekten falan. Konuşmalarına karışmamak için kendimi zor tutuyordum.
Onlar da bazı şeylerin ters gittiğini birçok şeyin yanlış olduğunu falan anlatıyorlardı birbirlerine. Böyle olmamalıydı. Toplumumuzda fikir üreten, etki sahibi, aydın kesim, köşe yazarları, şairler ve diğer yetkili insanlar da aynı konularda senelerdir akademik düzeyde faaliyet ve konuşmalarda bulunmuşlardı.
Ama sonucu kestirmek için akademisyen olmaya gerek yoktu. Her şey ortadaydı. Değişen hiçbir şey yoktu. Bir ara şunu düşündüm. Ya bu insanlar görevlerini yapamıyorlardı, ya da bunlar o makama layık olmayan insanlardı. Hatta bir ara köşe yazarı, aydın ve fikir adamı olmanın bir esprisi olmadığını bile düşünmeye başlamıştım. Ne olduğunu nasıl olduğunu kimse tam olarak izah edemiyor ve tam çözüm sunamıyordu. Ama şu bir gerçekti ki değer yargılarımızı kaybetmiştik. Ateşli ve işleyici birkaç konuşmanın ardından konu yine maddi sıkıntıya ve diğer basit konulara dönüşüyordu.
Türk milleti hiçbir devrinde ulus olarak bu duruma düşmemişti. Ekonomik krize girmiş olabiliriz. Hayat şartları bizi zorluyor olabilirdi ama IMF, AB ve ABD gibi birliklerin karşısında haysiyetimizi ve onurumuzu korumak konusunda biraz daha tutarlı ve kararlı olabilirdik. Neyse olayın bu tarafı gerekli olan akademik yaklaşımlarımdan dolayı beni aşıyor.
Ama biz fert olarak daha çok para kazanma uğruna yurtdışına çıkmayı düşünmemeliydik, bizim tek değer yargımız para ve maddi kazanç olmamalıydı. İnsanları değerlendirirken kılık kıyafetini ve bunu etkileyen aylık gelirini dikkate almamalıydık. Birbirimize karşı daha samimi ve gerçekçi olmalıydık. Daha uyanık ve doğruyu kısa sürede tespit edebilen bir yapı kazanmalıydık. Ya da bu değerlerimizi içimize atıp hapsetmemeliydik. Çocuklarımızı evlendirirken "Zaman kötü ne olur ne olmaz çocuğun evi ve iyi bir mesleği var" demeyip evlatlarımıza Allah ve Resûlü'nü bilen seven kişiler aramalıydık. Bizim özümüz buydu. Kendimize karşı dürüst olmalıydık. Ümidimizi kaybedip önümüzü göremiyoruz dememeliydik. Mangalı devirip közleri bile toplamadan başkası hakkında "O mangalda kül bırakmayanlardan" dememeliydik birbirimize. Çünkü...
Çünkü biz köklü bir tarihe yüce bir ruha sahip bir toplumuz. Çünkü biz misafirperverliği ve cana yakınlığıyla temizliği ve saflığıyla ön plana çıkmış bir milletiz. Çünkü bizim hüküm sürdüğümüz dönemlerde dünya huzur içindeydi. Çünkü biz babayı ata, anayı ayaklarının altında cennet olan kişi olarak bilen bir milletiz. Çünkü biz maddiyatçı değil duygusal aile, namus, kardeş, yardım, cömertlik gibi cevherlerin savunucusu, yaşayanı ve yaşatanıydık. Bilim, ahlâk, edebiyat ve etik konularda dünyaya ışık tutmuş bir millettik. Bizim tek sermayemiz bizdik.
Maalesef bu dönemde halkça bazı dünya liderlerinin açıklamalarına saf bebekler gibi bakar olduk. Ümidimiz onlarda, onların bize gönderecekleri kredilere bağlandık. Biz tarihimizde hiçbir zaman bu duruma düşmemiştik.
Bazen düşünüyor, okuyor, soruyor ve anlatıyorum. Eğer yeni bir Kuvay-ı Milliye hareketi başlatılmamış olsaydı kendimi nasıl avuturdum bilemiyorum. Ortaokula giderken dahi bunları tartabiliyordum.
Ve çocuktum daha. Ama üniversite mezunu çoluk çocuk sahibi büyüklerimiz bu noktaları yakalayamamıştı. Eğer yakalasaydılar herhalde bunlardan bahsetmemiş olacaktım. Ailemin ahlakî geleceklerini ve can emniyetlerini düşünmemiş olacaktım.
Ben değer yargısı güzel ahlak, saygı, sorumluluk, namus olan ve asla mandacı olmayan bir nesil istiyorum. Çocuklarımın hayatlarının tamamını para mal biriktirmekle geçirmesini tüketmesini istemiyorum. İnanın insan derince düşününce elinin kolunun bağlı olduğunu da düşününce hiçbir çıkar yolu ve ümidi kalmıyordu. Şükürler olsun ki Rabbim'e bugün (ömrüm yeterse) yaşananları torunlarıma anlatınca bana güleceklerini gün gibi görüyor ve anlıyorum. Söyleyecekleri kulaklarımda yankılanıyor:
-Demek halka rağmen halkın istemedikleri yapılıyordu. Demek insanlar birbirlerini unutmuş. Sadece kendilerini düşünmek zorunda kalıyorlardı... İyi ki siz çok eskilerde olduğu gibi bir Kuvay-ı Milliye ruhunu tekrar diriltmişsiniz. Allah sizden razı olsun.
Allah, milletin geleceğini düşünerek gül yetiştirmek uğruna toprak olan Prof. Dr. Haydar Baş Bey'den kat kat razı olsun.
İç Anadolu'nun küçük bir ilçesindeydim. Ankara'ya kalkacak olan otobüsümün gelmesine daha bir saat vardı. Tek başıma oturmuş çay içiyordum. Yan masada oturan orta yaşlı adamların konuşması dikkatimi çekti. Her zamanki şeylerden bahsediyorlardı. Seçimden, hükümetten, gelecekten falan. Konuşmalarına karışmamak için kendimi zor tutuyordum.
Onlar da bazı şeylerin ters gittiğini birçok şeyin yanlış olduğunu falan anlatıyorlardı birbirlerine. Böyle olmamalıydı. Toplumumuzda fikir üreten, etki sahibi, aydın kesim, köşe yazarları, şairler ve diğer yetkili insanlar da aynı konularda senelerdir akademik düzeyde faaliyet ve konuşmalarda bulunmuşlardı.
Ama sonucu kestirmek için akademisyen olmaya gerek yoktu. Her şey ortadaydı. Değişen hiçbir şey yoktu. Bir ara şunu düşündüm. Ya bu insanlar görevlerini yapamıyorlardı, ya da bunlar o makama layık olmayan insanlardı. Hatta bir ara köşe yazarı, aydın ve fikir adamı olmanın bir esprisi olmadığını bile düşünmeye başlamıştım. Ne olduğunu nasıl olduğunu kimse tam olarak izah edemiyor ve tam çözüm sunamıyordu. Ama şu bir gerçekti ki değer yargılarımızı kaybetmiştik. Ateşli ve işleyici birkaç konuşmanın ardından konu yine maddi sıkıntıya ve diğer basit konulara dönüşüyordu.
Türk milleti hiçbir devrinde ulus olarak bu duruma düşmemişti. Ekonomik krize girmiş olabiliriz. Hayat şartları bizi zorluyor olabilirdi ama IMF, AB ve ABD gibi birliklerin karşısında haysiyetimizi ve onurumuzu korumak konusunda biraz daha tutarlı ve kararlı olabilirdik. Neyse olayın bu tarafı gerekli olan akademik yaklaşımlarımdan dolayı beni aşıyor.
Ama biz fert olarak daha çok para kazanma uğruna yurtdışına çıkmayı düşünmemeliydik, bizim tek değer yargımız para ve maddi kazanç olmamalıydı. İnsanları değerlendirirken kılık kıyafetini ve bunu etkileyen aylık gelirini dikkate almamalıydık. Birbirimize karşı daha samimi ve gerçekçi olmalıydık. Daha uyanık ve doğruyu kısa sürede tespit edebilen bir yapı kazanmalıydık. Ya da bu değerlerimizi içimize atıp hapsetmemeliydik. Çocuklarımızı evlendirirken "Zaman kötü ne olur ne olmaz çocuğun evi ve iyi bir mesleği var" demeyip evlatlarımıza Allah ve Resûlü'nü bilen seven kişiler aramalıydık. Bizim özümüz buydu. Kendimize karşı dürüst olmalıydık. Ümidimizi kaybedip önümüzü göremiyoruz dememeliydik. Mangalı devirip közleri bile toplamadan başkası hakkında "O mangalda kül bırakmayanlardan" dememeliydik birbirimize. Çünkü...
Çünkü biz köklü bir tarihe yüce bir ruha sahip bir toplumuz. Çünkü biz misafirperverliği ve cana yakınlığıyla temizliği ve saflığıyla ön plana çıkmış bir milletiz. Çünkü bizim hüküm sürdüğümüz dönemlerde dünya huzur içindeydi. Çünkü biz babayı ata, anayı ayaklarının altında cennet olan kişi olarak bilen bir milletiz. Çünkü biz maddiyatçı değil duygusal aile, namus, kardeş, yardım, cömertlik gibi cevherlerin savunucusu, yaşayanı ve yaşatanıydık. Bilim, ahlâk, edebiyat ve etik konularda dünyaya ışık tutmuş bir millettik. Bizim tek sermayemiz bizdik.
Maalesef bu dönemde halkça bazı dünya liderlerinin açıklamalarına saf bebekler gibi bakar olduk. Ümidimiz onlarda, onların bize gönderecekleri kredilere bağlandık. Biz tarihimizde hiçbir zaman bu duruma düşmemiştik.
Bazen düşünüyor, okuyor, soruyor ve anlatıyorum. Eğer yeni bir Kuvay-ı Milliye hareketi başlatılmamış olsaydı kendimi nasıl avuturdum bilemiyorum. Ortaokula giderken dahi bunları tartabiliyordum.
Ve çocuktum daha. Ama üniversite mezunu çoluk çocuk sahibi büyüklerimiz bu noktaları yakalayamamıştı. Eğer yakalasaydılar herhalde bunlardan bahsetmemiş olacaktım. Ailemin ahlakî geleceklerini ve can emniyetlerini düşünmemiş olacaktım.
Ben değer yargısı güzel ahlak, saygı, sorumluluk, namus olan ve asla mandacı olmayan bir nesil istiyorum. Çocuklarımın hayatlarının tamamını para mal biriktirmekle geçirmesini tüketmesini istemiyorum. İnanın insan derince düşününce elinin kolunun bağlı olduğunu da düşününce hiçbir çıkar yolu ve ümidi kalmıyordu. Şükürler olsun ki Rabbim'e bugün (ömrüm yeterse) yaşananları torunlarıma anlatınca bana güleceklerini gün gibi görüyor ve anlıyorum. Söyleyecekleri kulaklarımda yankılanıyor:
-Demek halka rağmen halkın istemedikleri yapılıyordu. Demek insanlar birbirlerini unutmuş. Sadece kendilerini düşünmek zorunda kalıyorlardı... İyi ki siz çok eskilerde olduğu gibi bir Kuvay-ı Milliye ruhunu tekrar diriltmişsiniz. Allah sizden razı olsun.
Allah, milletin geleceğini düşünerek gül yetiştirmek uğruna toprak olan Prof. Dr. Haydar Baş Bey'den kat kat razı olsun.