Hazreti Peygamber sallâllâhü aleyhi ve sellem'in tabiri caizse, yazıyla resmi demek olan "hılyei seâdet", ilk defa Hâfız Osman tarafından yazılmıştır. Kendisi, bunu rü'yâsında Hazreti Peygamber sallâllâhü aleyhi ve sellem'in emir buyurması üzerine yazdığını beyân etmiştir. Meşhur "Delâili Hayrât" adlı eserin hattatı da Hâfız Osman'dır.
Ortaya koyduğu birçok eserler yanında 25 Mushafı Şerîf yazmış bulunan Hâfız Osman, âhir ömründe felç hastalığına tutuldu. Ancak lutfi ilâhî ve tabiblerin güzel bakımı neticesinde hastalık hafif olarak devam etti ve Hâfız Osman'ın hattında herhangi bir güzellik kaybı olmadı. Bu şekilde geçen üç yılın ardından âdetâ Cenâbı Hakk'ın: "Rabbine dön!" emrine imtisâlen ebedî âleme hicret eyledi. Defninden sonra imâm efendi kendisine telkîn vermeye başlayınca, orada bulunan Sipâhî Dede şöyle haykırdı:
"Efendi! Sen hiç zahmet çekme! Bu merhûmun işi tamamdır. Bilesin ki o, lâyık olduğu makama çoktan vardı bile. Artık Hakk Teâlâ, bizleri şefâatine nâil eyleye!.." (Rahmetullâhi Aleyh)
Burada şu hakîkati beyân etmelidir: Hüsni hat, sahip olduğu bütün incelik ve güzelliğiyle sadece İslâm'a ve müslümanlara has bir san'at olarak tebârüz etmiştir. Avrupalılardan, bizdeki seviyede mükemmel bir hattat çıkmamıştır. Denilebilir ki, Osmanlı'nın nice san'at dallarından istifadayle hemen her sahada kaydettiği terakkî ve seviyeyi iktibas eden Batı, yalnızca hat san'atımızı iktibas edememiştir. Bu, hüsni hattın, yalnız İslâm'a ve müslümanlara münhasır olduğu husûsunu tescîl eden ve târih boyu da şâhid olunan bir gerçektir. Öyle ki bu gerçek, asırlarca evvel Hazreti Ali radıyallâhü anh tarafından şöyle ifâde buyurulmuştur: "Hat, üstâdın tâliminde gizlidir. Onun kıvamı da çok meşketmektedir. Devamı ise, İslâm Dîni üzre olmaya bağlıdır."
Buna göre hüsni hat için aranan temel üç şart:
1. Üstâdın tâlimi,
2. Çok meşketmek,
3. İslâm Dîni üzere olmak, yâni Müslüman olmaktır.
Hattaki bu İslâm olma şartı pek derin bir mânâ taşır. Şâyânı dikkattir ki, gayri müslimlerden bu hususta gayret sarfedenler, yıllarca uğraşıp da kâmil bir hattat olamamışlardır. Oysa Osmanlı'da "bîdest ü bîpâ", yâni elsiz ayaksız imzasıyla yazı yazan ve gerçekten de bileklerinden her iki eli ve ayağı da olmayan bir kimse dahî hattat olarak temeyyüz etmiş ve kendisine saraydan maaş bağlanmıştır.
Bu gerçek, İslâm Dîni üzere olma şartına bağlı olarak Hakk tarafından bahşedilen ayrı bir mevhibei ilâhiyyedir.
Ortaya koyduğu birçok eserler yanında 25 Mushafı Şerîf yazmış bulunan Hâfız Osman, âhir ömründe felç hastalığına tutuldu. Ancak lutfi ilâhî ve tabiblerin güzel bakımı neticesinde hastalık hafif olarak devam etti ve Hâfız Osman'ın hattında herhangi bir güzellik kaybı olmadı. Bu şekilde geçen üç yılın ardından âdetâ Cenâbı Hakk'ın: "Rabbine dön!" emrine imtisâlen ebedî âleme hicret eyledi. Defninden sonra imâm efendi kendisine telkîn vermeye başlayınca, orada bulunan Sipâhî Dede şöyle haykırdı:
"Efendi! Sen hiç zahmet çekme! Bu merhûmun işi tamamdır. Bilesin ki o, lâyık olduğu makama çoktan vardı bile. Artık Hakk Teâlâ, bizleri şefâatine nâil eyleye!.." (Rahmetullâhi Aleyh)
Burada şu hakîkati beyân etmelidir: Hüsni hat, sahip olduğu bütün incelik ve güzelliğiyle sadece İslâm'a ve müslümanlara has bir san'at olarak tebârüz etmiştir. Avrupalılardan, bizdeki seviyede mükemmel bir hattat çıkmamıştır. Denilebilir ki, Osmanlı'nın nice san'at dallarından istifadayle hemen her sahada kaydettiği terakkî ve seviyeyi iktibas eden Batı, yalnızca hat san'atımızı iktibas edememiştir. Bu, hüsni hattın, yalnız İslâm'a ve müslümanlara münhasır olduğu husûsunu tescîl eden ve târih boyu da şâhid olunan bir gerçektir. Öyle ki bu gerçek, asırlarca evvel Hazreti Ali radıyallâhü anh tarafından şöyle ifâde buyurulmuştur: "Hat, üstâdın tâliminde gizlidir. Onun kıvamı da çok meşketmektedir. Devamı ise, İslâm Dîni üzre olmaya bağlıdır."
Buna göre hüsni hat için aranan temel üç şart:
1. Üstâdın tâlimi,
2. Çok meşketmek,
3. İslâm Dîni üzere olmak, yâni Müslüman olmaktır.
Hattaki bu İslâm olma şartı pek derin bir mânâ taşır. Şâyânı dikkattir ki, gayri müslimlerden bu hususta gayret sarfedenler, yıllarca uğraşıp da kâmil bir hattat olamamışlardır. Oysa Osmanlı'da "bîdest ü bîpâ", yâni elsiz ayaksız imzasıyla yazı yazan ve gerçekten de bileklerinden her iki eli ve ayağı da olmayan bir kimse dahî hattat olarak temeyyüz etmiş ve kendisine saraydan maaş bağlanmıştır.
Bu gerçek, İslâm Dîni üzere olma şartına bağlı olarak Hakk tarafından bahşedilen ayrı bir mevhibei ilâhiyyedir.