Geceler uzayıp gider, sabah oluvermez, saatler yıl olur ve zaman durur. Uykuda girmez gözbebeklerine, alabildiğine geniş olan ufuk yolları da daralttıkça daralır. Gönül ise, sadece hüzün şarkılarını mırıldanır. İnsan, bu zaman dağarcığında sadece hüzün yudumlamak ister; çünkü hızla koşuşturan notalara yetişecek güç kalmamıştır artık dizlerinde. Kim bilir etrafta kaç gönül böyle kanıyor, kim bilir kaç göz böyle ölesiye ağlamaktan kuruyor ? Ağlamak, bazıları için rahatlamanın vazgeçilmez adresi. Kimileri duygulandığından, kimileri üzüldüğünden, kimileri derdinden, kimileri sevincinden kimileri ise ayrılıktan ağlar...
İnsanların bazıları uluorta herkesin önünde ağlar, bazılar ise kimsenin önünde ağlamayacak kadar duygularına gem vurmayı öğrenmiştir. Duygulara gem vurmak, belki de Ferhat'ın dağları delmesinden daha müşkülatlıdır. Ama hayat insana bu alışkanlığı kazandıracak kadar çetin ve bir o kadarda gaddar olabiliyor. Bu alışkanlığı edinenler sevindiklerinde tebessüme sığınır, kahreden bir hadise sırasında ise sadece yürekleriyle bu acıyı süzerler. Ama gönül dünyaları çok gizlidir, gönülleri kanasa bile bunu hissettirmezler.
'Yanarım yanarım, tutuşur yanarım, ateşin kavurur seni de beni de belalım' diye başlayan bu şarkının sözleri insanı kasıp kavuran o ayrılığı anlatan bir levhadır. İnsanoğlunun huzur kaynağı olan ağlama limanına en fazla ipeksi ruha sahip olan insanlar yanaşır. Bu lahuti limana demir attıktan sonra artık bütün ıstıraplar yerini beyaz incileri temsil eden gözyaşlarına bırakır.
Bizleri ağlatacak cinsten olaylar günümüzde o kadar fazla ki insan, bu olaylar karşısında ağlayıp içini boşaltmadığı taktirde bir volkan misali sıkışan gönül dünyası bir gün mutlaka patlamayla karşı karşıya kalacaktır. Bu nedenle bazen hıçkıra hıçkıra, dağlara meydan okurcasına ağlamak, bazen de masumca tıpkı bir çocuk gibi kuytu bir köşede sessizce hüznü gözyaşlarıyla tedavi etmek, aslında en sağlıklı metot sayılır. İnsanoğlu, en azından hiç kimsenin kalbini kırmadan rahatlamış oluyor . Evet, sevinçten veyahut tasadan mutlaka her insan ağlamıştır ve ağlayacaktır. Ancak bu tür sebepler dışında birde insanın yanlışlarına ve yaptıklarına pişman olup ağlaması yok mu ! İşte bu nedenle dökülen gözyaşları hıçkıra hıçkıra olmalı...
İnsanların bazıları uluorta herkesin önünde ağlar, bazılar ise kimsenin önünde ağlamayacak kadar duygularına gem vurmayı öğrenmiştir. Duygulara gem vurmak, belki de Ferhat'ın dağları delmesinden daha müşkülatlıdır. Ama hayat insana bu alışkanlığı kazandıracak kadar çetin ve bir o kadarda gaddar olabiliyor. Bu alışkanlığı edinenler sevindiklerinde tebessüme sığınır, kahreden bir hadise sırasında ise sadece yürekleriyle bu acıyı süzerler. Ama gönül dünyaları çok gizlidir, gönülleri kanasa bile bunu hissettirmezler.
'Yanarım yanarım, tutuşur yanarım, ateşin kavurur seni de beni de belalım' diye başlayan bu şarkının sözleri insanı kasıp kavuran o ayrılığı anlatan bir levhadır. İnsanoğlunun huzur kaynağı olan ağlama limanına en fazla ipeksi ruha sahip olan insanlar yanaşır. Bu lahuti limana demir attıktan sonra artık bütün ıstıraplar yerini beyaz incileri temsil eden gözyaşlarına bırakır.
Bizleri ağlatacak cinsten olaylar günümüzde o kadar fazla ki insan, bu olaylar karşısında ağlayıp içini boşaltmadığı taktirde bir volkan misali sıkışan gönül dünyası bir gün mutlaka patlamayla karşı karşıya kalacaktır. Bu nedenle bazen hıçkıra hıçkıra, dağlara meydan okurcasına ağlamak, bazen de masumca tıpkı bir çocuk gibi kuytu bir köşede sessizce hüznü gözyaşlarıyla tedavi etmek, aslında en sağlıklı metot sayılır. İnsanoğlu, en azından hiç kimsenin kalbini kırmadan rahatlamış oluyor . Evet, sevinçten veyahut tasadan mutlaka her insan ağlamıştır ve ağlayacaktır. Ancak bu tür sebepler dışında birde insanın yanlışlarına ve yaptıklarına pişman olup ağlaması yok mu ! İşte bu nedenle dökülen gözyaşları hıçkıra hıçkıra olmalı...