Allah (C.C.) için vermedikleri birşey bırakmamışlar. En kıymetli varlıkları canlarıydı, onu da seve seve vermişler. Tabii o topraklarda şühedanın ruhaniyeti orasını çok farklı bir âlem yapmış. Zaten bu beldelerin mukaddes olmalarının bir nedeni de zannederim bu şühedanın ruhunu taşımalarındandır. Cenabı Hakk'ın bu beldeleri seçmesi ise birinci neden.
Bizim asıl konumuz denk insanların kardeş olmasıydı. Hz. Selmanı Farisi Ebu Derda ile kardeş yapıldı. Hz. Selman ile Ebu Derda aşağı yukarı aynı psikolojik yapının iki insanı. Hz. Ammar ile Hz. Huzeyfe, keza öyle. Hz. Mus'ab ile Hz. Ebu Eyyub elEnsarî de aynı. Hz. Mus'ab da öyle bir psikolojinin sahibi ki, her şeyini Allah (C.C.)'a verebiliyor. Hz. Eyyub elEnsari de. Çok ilerlemiş yaşında taa İstanbul'a kadar geliyor. "Allah (C.C.) rızası için ben geri kalıp da nefsimi tehlikeye mi atayım" diyor. Her şeyini verebilecek bir makamın sahibi olan bir insan.
Bu kardeşliğin temelleri orada atılıyor. Bu yapılırken bunun temelinde olan ana faktör şu ki, kardeşlik hiçbir pazarlık konusu üzerine kurulmamış. Sen bunu vereceksin ben şunu vereceğim şeklinde bir antlaşma, bir ortaklık değil yani.
Bu kardeşlik, herkesin canından, malından, sevdiğinden, her şeyinden vermesi, feda etmesi kardeşliğidir. Bir kazanç üzerine bina edilmiyor. Bilakis, büyük bir fedakarlık üzerine bina ediliyor. Önceden de ifade ettiğimiz gibi, Resulüllah'ın o sahabesinin durumlarını bilmesi, onların psikolojik dengelerini kurması söz konusu bu kardeşlikte.