Kaybolan tarihi anlamak için tarihten neyin anlaşıldığının bilinmesi lazım. Tarihi, geçmiş zamanlar, diye anlar ve bir çırpıda kestirip atarsanız tarihten hiç bir şey anlamadığınız anlaşılır. Kimbilir belki de bu anlayışın altında bir tarih düşmanlığı yatmaktadır.
Elbette biz burada tarihin binbir tarifinden herhangi bir tanesini yapacak değiliz. Ama tarihin de insanın ve onun yaşadığı ailenin, toplumun, milletin, devletin zerreden kürreye bütün unsurlarıyla, bütün kurum ve kuruluşlarıyla, bütün mana ve mahiyetiyle, bizzat kendisi olduğunu da söylemeden geçemeyeceğiz. Dolayısıyla bu manada tarihten düşen bir yaprak, kaybedilen giden bir zerre bizzat insanın kendisinden kopan, kaybolup giden bir öz cevherdir.Yine bu manada sahip çıkılan, ortaya çıkarılan, diriltilip ihya edilen bir tarihi değer de, bizzat insan gerçeğindeki varoluşun, bu varoluşu sürdürmenin ve onu kendisinden sonraki hayatlarla yani varoluşlarla birleştirmenin, bütünleştirmenin ve dolayısıyla hayata kavuşturmanın ta kendisidir.Tarihi bu manada anlamaz ve yaşamazsanız yani onu kendinizin, varoluşunuzun ve varolma gerçeğinizin dışında anlarsanız onu nasıl tarif ederseniz ediniz onu anlamış olamazsınız.Bu noktada şöyle bir özetleme yapabiliriz. Tarih; fert ve toplum hayatında ömrün yaşanan bölümünü, tarihi doğru anlamak ve sahip çıkmak da ömrün yaşanacak olanına hak kazanmaktır.Şimdi bu açıdan baktığımızda bizim tarih anlayışımız hakkında nasıl bir yargıya varabiliriz.Biz tarihinden haberdar, tarihine sahip, tarihi bilgi ve kültürü canlı, tarihi ile iftihar eden bir toplum sayılabilir miyiz?Balkanları, Kafkasları, Ortadoğu'yu bir tarafa bırakalım şu anda yaşadığımız Anadolu topraklarındaki milli tarihimizden ne anlıyoruz, ne kadar haberdarız, batan gemi misali acaba elimizde ne kaldı, bunlara sahip çıkacak mıyız, bunlarla bugün aramızda bir bağ var mı?Şimdi parça parça soralım: Eğer tarih bir mimari eser ise, şu anda bu tarihi mimari mirasımızdan elimizde ne var? Eğer tarih bir dil, bir edebiyat, bir kültür ise, bu mirastan elimizde ne kaldı? Eğer tarih bir yaşam tarzı, örf, adet, gelenek ve görenekler ise bunlardan bugüne taşıdığımız neler var? Eğer tarih, müzik, sanat, spor ise bu noktada bugün nerdeyiz?Hayır eğer tarih, ilim, teknik ve bir medeniyet ise şimdi nerdeyiz ve ne haldeyiz? Hayır, tarih bütün bunların ve bunlar gibi binlercesinin yaşandığı bir gerçek ise yani millet olarak ömrümüzün yaşanmış kısmı ise ve kalan ömrümüzün de hayat kaynağı ve can damarı ise biz bundan ne kadar haberdarız ve ne kadar besleniyoruz? Şimdi herhalde tarihe ilgisiz ve tavırlı olanlarımızın neyi ihmal ettiklerini ve neye karşı tavırlı olduklarını anlamamız mümkündür. Hangi manada ve hangi kısmı ile olursa olsun kaybolan tarih ve tarihi değerlerimizle esasen kendimize nasıl ihanet ettiğimizi de artık anlamalıyız.Arkeolojik çalışmalarla toprak altında birilerine delil olarak çanak-çömlek ararken koskoca bir tarihle birlikte kendimizi ve bütün geleceğimizi toprağa nasıl gömdüğümüzü anladığımız an belki bir uyanışın başlangıcı olacak.Biz hiçbir milletin tarihine ve tarihi değerlerine karşı değiliz. Bizim derdimiz kendi kendimize olan ilgisizliğimiz, gafletimiz ve ihanetimizdir.Eğer biz kendi tarihimize sahip çıkarsak bütün milletlerin de tarihine saygılı olmuş oluruz.Aksi taktirde başkalarının istila, işgal ve sömürgecilik mantığına dayanan tarihlerinde bize yer olmadığı gibi yaşama hakkımız da yoktur.Hiç değilse Ecyad Kalesi'nden sonra başka kalelerin yıkılmamasını istiyorsak ve bugünkü feryatlarımızda samimi isek tarihi nasıl anlayıp anlamadığımızı bir kere daha gözden geçirelim.
Ali GEDİK
Elbette biz burada tarihin binbir tarifinden herhangi bir tanesini yapacak değiliz. Ama tarihin de insanın ve onun yaşadığı ailenin, toplumun, milletin, devletin zerreden kürreye bütün unsurlarıyla, bütün kurum ve kuruluşlarıyla, bütün mana ve mahiyetiyle, bizzat kendisi olduğunu da söylemeden geçemeyeceğiz. Dolayısıyla bu manada tarihten düşen bir yaprak, kaybedilen giden bir zerre bizzat insanın kendisinden kopan, kaybolup giden bir öz cevherdir.Yine bu manada sahip çıkılan, ortaya çıkarılan, diriltilip ihya edilen bir tarihi değer de, bizzat insan gerçeğindeki varoluşun, bu varoluşu sürdürmenin ve onu kendisinden sonraki hayatlarla yani varoluşlarla birleştirmenin, bütünleştirmenin ve dolayısıyla hayata kavuşturmanın ta kendisidir.Tarihi bu manada anlamaz ve yaşamazsanız yani onu kendinizin, varoluşunuzun ve varolma gerçeğinizin dışında anlarsanız onu nasıl tarif ederseniz ediniz onu anlamış olamazsınız.Bu noktada şöyle bir özetleme yapabiliriz. Tarih; fert ve toplum hayatında ömrün yaşanan bölümünü, tarihi doğru anlamak ve sahip çıkmak da ömrün yaşanacak olanına hak kazanmaktır.Şimdi bu açıdan baktığımızda bizim tarih anlayışımız hakkında nasıl bir yargıya varabiliriz.Biz tarihinden haberdar, tarihine sahip, tarihi bilgi ve kültürü canlı, tarihi ile iftihar eden bir toplum sayılabilir miyiz?Balkanları, Kafkasları, Ortadoğu'yu bir tarafa bırakalım şu anda yaşadığımız Anadolu topraklarındaki milli tarihimizden ne anlıyoruz, ne kadar haberdarız, batan gemi misali acaba elimizde ne kaldı, bunlara sahip çıkacak mıyız, bunlarla bugün aramızda bir bağ var mı?Şimdi parça parça soralım: Eğer tarih bir mimari eser ise, şu anda bu tarihi mimari mirasımızdan elimizde ne var? Eğer tarih bir dil, bir edebiyat, bir kültür ise, bu mirastan elimizde ne kaldı? Eğer tarih bir yaşam tarzı, örf, adet, gelenek ve görenekler ise bunlardan bugüne taşıdığımız neler var? Eğer tarih, müzik, sanat, spor ise bu noktada bugün nerdeyiz?Hayır eğer tarih, ilim, teknik ve bir medeniyet ise şimdi nerdeyiz ve ne haldeyiz? Hayır, tarih bütün bunların ve bunlar gibi binlercesinin yaşandığı bir gerçek ise yani millet olarak ömrümüzün yaşanmış kısmı ise ve kalan ömrümüzün de hayat kaynağı ve can damarı ise biz bundan ne kadar haberdarız ve ne kadar besleniyoruz? Şimdi herhalde tarihe ilgisiz ve tavırlı olanlarımızın neyi ihmal ettiklerini ve neye karşı tavırlı olduklarını anlamamız mümkündür. Hangi manada ve hangi kısmı ile olursa olsun kaybolan tarih ve tarihi değerlerimizle esasen kendimize nasıl ihanet ettiğimizi de artık anlamalıyız.Arkeolojik çalışmalarla toprak altında birilerine delil olarak çanak-çömlek ararken koskoca bir tarihle birlikte kendimizi ve bütün geleceğimizi toprağa nasıl gömdüğümüzü anladığımız an belki bir uyanışın başlangıcı olacak.Biz hiçbir milletin tarihine ve tarihi değerlerine karşı değiliz. Bizim derdimiz kendi kendimize olan ilgisizliğimiz, gafletimiz ve ihanetimizdir.Eğer biz kendi tarihimize sahip çıkarsak bütün milletlerin de tarihine saygılı olmuş oluruz.Aksi taktirde başkalarının istila, işgal ve sömürgecilik mantığına dayanan tarihlerinde bize yer olmadığı gibi yaşama hakkımız da yoktur.Hiç değilse Ecyad Kalesi'nden sonra başka kalelerin yıkılmamasını istiyorsak ve bugünkü feryatlarımızda samimi isek tarihi nasıl anlayıp anlamadığımızı bir kere daha gözden geçirelim.
Ali GEDİK