Aslına dönme temâyülü olan bu hâl, varlıklar içinde üstün bir idrâkle techîz edilmiş bulunan ins ü cinde en üst seviyeye ulaştığı nisbette bir hasret ve ızdırap kaynağı olur. İşte o zaman idrâk sâhibi, nefes alıp verdikçe kendisini dâimî bir gurbette hisseder. Gerçekten gurbet, varlıkların menşeinden itibaren çeşitli safhalardan geçerek gerçekleştiği için bulunduğu yerden bir evvelki mekâna doğru muhtelif tezâhürler arzeder. Meselâ insan, önce rûhlar âleminde bulunmakta iken, bu mekândan ayrılarak ana rahminde mekân tutar. Sonra dünyâya gelir. Dünyâda da çeşitli mekân değişikliklerine uğrayabilir. Oradan "âlem-i berzah"a göçer. Ve nihâyet Rabbine döner. Nitekim gurbetin bu safhalarını yüreğinde hisseden şâir, onun bazı merhalelerini ne güzel dile dökmüştür:Bir merhaleden güneşle deryâ görünür,Bir merhaleden her iki dünyâ görünür.Son merhale bir fasl-ı hazandır ki, sürer;Geçmiş gelecek cümlesi rü'yâ görünür!..Evet gurbet, bütün bu söylediklerimiz dikkate alındığı takdîrde, içiçe, merhale merhale, kat-kat demektir. Onu bertaraf eden bütün ara merhaleleri aşarak geldiği ilk yere, yâni Rabbine dönmektir. Bu hâle nazaran gurbetin rûhta tedirginlik meydana getiren en derin ve en köklü hasreti dindiren neticesi, Rabbe dönüştür. Bu ihtiyâcı idrâk etmeyerek, köyünün, kentinin ayrılığı ile tedirgin olan sıradan insanların bile şuûraltında gurbetin bu büyük ve derin mânâ ve hasreti, bâkî kalır. Ancak üstün idrâk sâhipleri olan evliyâullâh, bu ızdırâbı lâyıkıyla kavrar ve ara merhalelerin derdinden berî ve ilâhî vuslata müştâk bir ömür sürer. Bu sebeple Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri tasavvufu:"Hakk'ın, seni senliğinde öldürmesi ve kendisi ile ihyâ etmesidir." diyerek târif eder.Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî Hazretleri'ne ölümü bir "şeb-i arûs", yâni düğün gecesi olarak tavsîf ettiren gerçek de, dünyâ gurbetinden kurtuluş, vuslata eriştir.Ölüm döşeğindeki bir Hakk âşığına sordular:"-Ölüm ânında iken nasıl gülebiliyorsun?"Âşık şöyle cevap verdi:"-Şimdi bütün vücûdum dudak olmuş gülümsüyor!.. Şu an, dudaklarım başka bir gülüşle gülüyor!.."Pervâne ışığa hasrettir. Işığa olan hasretinden ve onun etrafındaki râbıtasından dolayı kendisine kelebek değil, pervâne denir. Işığı bulunca, cezbeye tutulur, irâdesi gider. Sonunda ışığa çarparak cesedini yakar. Işıkta fânî olur. Vuslata erer.