Bu sırda Muhammed Çelebi Sultan da o köyde dâvetlidir. Artık aradığına kavuşmuş ve işâret edilen mürşidini bulmuş olmanın sevinciyle huzûruna gidip elini öper. Hâlini anlatır ve talebeliğe kabûl edilir. Şeyh Hazretleri Eğridir'e dergâhına dönerken, o da peşlerinden gelir. Dergâha varınca talebeler hocalarını karşılarlar. Sonra da sofra hazırlayıp yemeğe otururlar. Turâbi de sofraya dâvet edilir. Muhammed Çelebi Sultan ona iltifat edip kendi sofrasına alır. Fakat Turâbi yemeklerden yemez. Şeyh Hazretleri niçin yemediğini sorunca; "Efendim! Sizi rüyamda göreliden biri otuz senedir gıdâ yemedim. Bu perhizimi bozmamak için yemiyorum" der. Bunun üzerine Şeyh Hazretleri: "Şimdi kalbinde bu kadar zaman riyâzet çektim diye düşünürsün. Nefsini put edinmişsin. Allah-ü Teâlâ katında makbul olmaz" dedi. Bunun üzerine Turâbî tövbe istiğfâr edip, karnı doyuncaya kadar yemeklerden yedi. Gece vakti olunca, Muhammed Çelebi Sultan, seccâdesini Turâbî'ye gönderdi. "Bu gece seccâdemiz üzerinde otursun! Allah-ü Teâlânın kudretini görsün" buyurdu. Turâbî o gece Şeyh Hazretlerinin seccâdesi üzerinde oturdu. Bir ara uyudu ve rüyâsında Peygamber Efendimizi ve ricâl-i gayb denilen evliyâyı gördü. Pekçok kerâmete şâhid olup mânevi ikramlara kavuştu.
Barla'dan Hacı Dede anlatır: "Bir gün Muhammed Çelebi Sultana yalvarıp, bana Hazreti Hızır'ı göster" dedim. Bu konuşmamızdan sonra bir gün dağdan çıra kesip merkebime yükledim. Hayrât sâhibi merhum Rüstem Paşanın tâmir ettirdiği sarp bir yol vardı. Bu yoldan Barla'ya gidiyordum. Sarp bir yerden geçerken merkebim yüküyle birlikte yardan aşağıya uçtu. Ben merkebimden ümidi kestim. Yaşlı idim. Yürümeye de tâkatim yoktu. Ne yapacağım diye düşünürken, karşıma atlı biri çıka geldi. Merkebimi düştüğü yardan tutup yüküyle birlikte çıkardı ve yola bıraktı. Beni de yükün arasına bindirdi. Merkebim hayret edilecek derecede kuvvetlendi ve hızlı yürüdü. Bu hâdiseden sonra bir gün yine Şeyh Hazretlerinin ziyâretine gitmiştim. Bu sefer de; "Sultanım! Hazreti Hızır'ı bana göster" dedim. Bana; "Merkebini kurtarıp, seni ona bindiren Hızır'dı. Ben sana onu gösterdim. Fakat sen tanımadın" dedi. Ben bu sözleri işitince hayret ve şaşkınlık içinde ağlamaya başladım ve ayaklarına kapandım.
Barla'dan Hacı Dede anlatır: "Bir gün Muhammed Çelebi Sultana yalvarıp, bana Hazreti Hızır'ı göster" dedim. Bu konuşmamızdan sonra bir gün dağdan çıra kesip merkebime yükledim. Hayrât sâhibi merhum Rüstem Paşanın tâmir ettirdiği sarp bir yol vardı. Bu yoldan Barla'ya gidiyordum. Sarp bir yerden geçerken merkebim yüküyle birlikte yardan aşağıya uçtu. Ben merkebimden ümidi kestim. Yaşlı idim. Yürümeye de tâkatim yoktu. Ne yapacağım diye düşünürken, karşıma atlı biri çıka geldi. Merkebimi düştüğü yardan tutup yüküyle birlikte çıkardı ve yola bıraktı. Beni de yükün arasına bindirdi. Merkebim hayret edilecek derecede kuvvetlendi ve hızlı yürüdü. Bu hâdiseden sonra bir gün yine Şeyh Hazretlerinin ziyâretine gitmiştim. Bu sefer de; "Sultanım! Hazreti Hızır'ı bana göster" dedim. Bana; "Merkebini kurtarıp, seni ona bindiren Hızır'dı. Ben sana onu gösterdim. Fakat sen tanımadın" dedi. Ben bu sözleri işitince hayret ve şaşkınlık içinde ağlamaya başladım ve ayaklarına kapandım.