Hz. Fatıma'nın bu ızdırap ve samimiyetle Kelime-i Şehadeti haykırışı karşısında (Hz.) Ömer birdenbire afalladı; ruhunun derinliklerinde birşeylerin çalkalandığını hissetti. Öyle ki, oturmak gereği hissederek yere oturdu. Evet, asıl tokadı Ömer yemişti. Hakk'ın lütuf tokatı, Hz. Fatıma'nın gönlünde ve dilinde tecelli etmiş; sonra da Ömer'in ruhunun derinliklerinde patlamıştı.
Ömer derin derin düşündükten sonra; "Hele, şu okuduğunuz sahifeleri bana veriniz", dedi. Önce tereddüt eden kardeşi, abisinin; "Korkmayınız!" diyerek yumuşaklık göstermesi üzerine Kur'ân yapraklarını ona takdim etti. Ömer okumaya başladı: "Tâ, Hâ. Biz, Kur'ân'ı sana, güçlük çekesin diye değil, ancak Allah'tan korkanlara bir öğüt olsun diye indirdik. (Kur'ân) yeri ve yüce gökleri yaratan Allah tarafından peyderpey indirilmiştir. Rahman, Arş'a istiva etmiştir. Göklerde, yerde ve ikisi arasında bulunan şeyler ile toprağın altında olanlar hep O'nundur".
Kalbindeki katılığı nûr'a dönen Ömer; yüzü ve kalbi gülerek bu âyetleri okuyordu. Okuması bitince şöyle itiraf etti: "Bu ne güzel, ne şerefli, ne haşmetli bir kelâm! Bu kelâmdan daha güzel, daha tatlı bir kelâm olamaz!".
Onun bu sözlerini işiten Habbab b. el-Ecret (ra), gizlenmiş olduğu yerden çıkarak; "Müjde ey Ömer", dedi. "Dilerim ki, Rasulullah'ın; 'Allah'ım İslâmiyeti iki Ömer'den biriyle kuvvetlendir', diyerek yapmış olduğu dua senin hakkında gerçekleşsin". İki Ömer'den biri Ömer b. Hattab, diğeri de Ömer b. Hişam, yani Ebu Cehil idi. Bu müjdeyle içi iyice ferahlayan Ömer, yerinden fırlayarak Allah Rasulü'nün yanına varmak üzere yola koyuldu. Gözcü, Ömer'in silahlı olarak gelmekte olduğunu haber verince, içerdekiler telaşa düştüler. Telaşları, Allah Rasulü'ne birşey olmasından korktukları içindi. Hz. Hamza onlara şöyle dedi; "Korkacak ne var. Eğer iyilik için gelmişse hoş geldi, safa geldi. Yok eğer öyle değilse, geleceği varsa göreceği de var". Hz. Rasulün ise içi gülüyordu. Zira, vahy-i ilâhî Ömer'in Müslüman olduğunu müjdelemişti. Allah Rasulü de rahatlıkla; "Telaş edilecek birşey yok; bırakın gelsin", diyordu.
Ömer içeri girdi. Hz. Peygamberle göz göze geldiler. İki çift nurlu göz, birbirine bakarken gönülleri de kucaklaşmaktaydı. Hz. Resul'ün gönlü hasretle sıkıyordu Ömer'in gönlünü; erimişti Ömer, yok olmuştu. Yeni bir Ömer doğmuştu. Hz. Ömer'in iradesi Hz. Resul'ün iradesine râm olmuştu. Rasûlullah, mübârek eliyle Ömer'in omuzundan tuttu ve Kelime-i Şehadeti Ömer'e tekrar ettirdi: Eşhedü ellâ ilâhe illallâh ve Eşhedü enne Muhammeden abdühü ve rasûlühû.
O an, gönülleri öylesine bir manevî vecd hali sardı ki, ashab topyekûn tekbir getirmeye başladılar.
Birazdan, 40 ruh bir cesetteymiş gibi aynı aşkı paylaşan 40 Müslüman, Kâbe'ye yöneldiler. Teklifin sahibi Hz. Ömer idi: "Madem ki, Hak din üzerindeyiz; ne diye hâlâ gizleniyoruz. Haydin Kâbe'ye gidelim", demişti.
Kâbe'ye vardıklarında, müşrikleri hayrete boğdular. Önde Hz. Resûl, sağında Hz. Hamza, solunda Hz. Ömer, arkalarında diğer Müslümanlar olmak üzere müşriklerin karşısına dikilmişlerdi. Allah Rasulü adeta Allah'ın hediyelerini gösteriyordu müşriklere. "Bir elime güneşi, bir elime de Ay'ı verseniz gene de davamdan dönmem", demişti, Hz. Resul. Allahu Teâlâ da, habibinin sağ yanına bir güneş, sol yanına başka bir güneş koymuş; kâfirlere bu nimetini gösteriyordu.
Ürkek ve korkulu bakışlarla müşrikler, Hz. Ömer'e sordular: "Ey Ömer, arkanda ne var; ne ile geldin?". Hz. Ömer; "Lâ ilâhe illâllâh Muhammedü'r-Rasûlüllah ile geldim" deyince, müşriklerin sesi sedâsı kesildi.
Hz. Peygamber ve Müslümanlar, serbestçe Kâbe'yi tavaf etti ve namaz kıldılar. Hz. Hamza'nın ve Hz. Ömer'in Müslüman olmaları, hem İslâm'ın inkişâfına hız vermiş, hem de ibâdetlerin serbestçe yapılabilmesini sağlamıştır. Abdullah b. Mes'ud Hz.nin şu sözü, bu hususu çok güzel ifade etmektedir: "Ömer'in Müslüman olması, İslâmiyet için bir fetih, Müslümanlar için bir şeref ve izzet idi. Medine'ye hicreti nusret, halifeliği de rahmet oldu. Ömer, Müslüman oluncaya kadar bizler, Kâbe avlusunda açıktan açığa namaz kılamıyorduk".
Prof. Dr. Haydar Baş'ın kaleminden RAHMETEN-LİL ALEMİN
Ömer derin derin düşündükten sonra; "Hele, şu okuduğunuz sahifeleri bana veriniz", dedi. Önce tereddüt eden kardeşi, abisinin; "Korkmayınız!" diyerek yumuşaklık göstermesi üzerine Kur'ân yapraklarını ona takdim etti. Ömer okumaya başladı: "Tâ, Hâ. Biz, Kur'ân'ı sana, güçlük çekesin diye değil, ancak Allah'tan korkanlara bir öğüt olsun diye indirdik. (Kur'ân) yeri ve yüce gökleri yaratan Allah tarafından peyderpey indirilmiştir. Rahman, Arş'a istiva etmiştir. Göklerde, yerde ve ikisi arasında bulunan şeyler ile toprağın altında olanlar hep O'nundur".
Kalbindeki katılığı nûr'a dönen Ömer; yüzü ve kalbi gülerek bu âyetleri okuyordu. Okuması bitince şöyle itiraf etti: "Bu ne güzel, ne şerefli, ne haşmetli bir kelâm! Bu kelâmdan daha güzel, daha tatlı bir kelâm olamaz!".
Onun bu sözlerini işiten Habbab b. el-Ecret (ra), gizlenmiş olduğu yerden çıkarak; "Müjde ey Ömer", dedi. "Dilerim ki, Rasulullah'ın; 'Allah'ım İslâmiyeti iki Ömer'den biriyle kuvvetlendir', diyerek yapmış olduğu dua senin hakkında gerçekleşsin". İki Ömer'den biri Ömer b. Hattab, diğeri de Ömer b. Hişam, yani Ebu Cehil idi. Bu müjdeyle içi iyice ferahlayan Ömer, yerinden fırlayarak Allah Rasulü'nün yanına varmak üzere yola koyuldu. Gözcü, Ömer'in silahlı olarak gelmekte olduğunu haber verince, içerdekiler telaşa düştüler. Telaşları, Allah Rasulü'ne birşey olmasından korktukları içindi. Hz. Hamza onlara şöyle dedi; "Korkacak ne var. Eğer iyilik için gelmişse hoş geldi, safa geldi. Yok eğer öyle değilse, geleceği varsa göreceği de var". Hz. Rasulün ise içi gülüyordu. Zira, vahy-i ilâhî Ömer'in Müslüman olduğunu müjdelemişti. Allah Rasulü de rahatlıkla; "Telaş edilecek birşey yok; bırakın gelsin", diyordu.
Ömer içeri girdi. Hz. Peygamberle göz göze geldiler. İki çift nurlu göz, birbirine bakarken gönülleri de kucaklaşmaktaydı. Hz. Resul'ün gönlü hasretle sıkıyordu Ömer'in gönlünü; erimişti Ömer, yok olmuştu. Yeni bir Ömer doğmuştu. Hz. Ömer'in iradesi Hz. Resul'ün iradesine râm olmuştu. Rasûlullah, mübârek eliyle Ömer'in omuzundan tuttu ve Kelime-i Şehadeti Ömer'e tekrar ettirdi: Eşhedü ellâ ilâhe illallâh ve Eşhedü enne Muhammeden abdühü ve rasûlühû.
O an, gönülleri öylesine bir manevî vecd hali sardı ki, ashab topyekûn tekbir getirmeye başladılar.
Birazdan, 40 ruh bir cesetteymiş gibi aynı aşkı paylaşan 40 Müslüman, Kâbe'ye yöneldiler. Teklifin sahibi Hz. Ömer idi: "Madem ki, Hak din üzerindeyiz; ne diye hâlâ gizleniyoruz. Haydin Kâbe'ye gidelim", demişti.
Kâbe'ye vardıklarında, müşrikleri hayrete boğdular. Önde Hz. Resûl, sağında Hz. Hamza, solunda Hz. Ömer, arkalarında diğer Müslümanlar olmak üzere müşriklerin karşısına dikilmişlerdi. Allah Rasulü adeta Allah'ın hediyelerini gösteriyordu müşriklere. "Bir elime güneşi, bir elime de Ay'ı verseniz gene de davamdan dönmem", demişti, Hz. Resul. Allahu Teâlâ da, habibinin sağ yanına bir güneş, sol yanına başka bir güneş koymuş; kâfirlere bu nimetini gösteriyordu.
Ürkek ve korkulu bakışlarla müşrikler, Hz. Ömer'e sordular: "Ey Ömer, arkanda ne var; ne ile geldin?". Hz. Ömer; "Lâ ilâhe illâllâh Muhammedü'r-Rasûlüllah ile geldim" deyince, müşriklerin sesi sedâsı kesildi.
Hz. Peygamber ve Müslümanlar, serbestçe Kâbe'yi tavaf etti ve namaz kıldılar. Hz. Hamza'nın ve Hz. Ömer'in Müslüman olmaları, hem İslâm'ın inkişâfına hız vermiş, hem de ibâdetlerin serbestçe yapılabilmesini sağlamıştır. Abdullah b. Mes'ud Hz.nin şu sözü, bu hususu çok güzel ifade etmektedir: "Ömer'in Müslüman olması, İslâmiyet için bir fetih, Müslümanlar için bir şeref ve izzet idi. Medine'ye hicreti nusret, halifeliği de rahmet oldu. Ömer, Müslüman oluncaya kadar bizler, Kâbe avlusunda açıktan açığa namaz kılamıyorduk".
Prof. Dr. Haydar Baş'ın kaleminden RAHMETEN-LİL ALEMİN