FASL-I MUHABBET / Ümit KAYAÇELEBİ
Altı yaşında idim ama pek iyi hatırlıyorum. Beyoğlu'nda Rumeli Hanı'nın caddeye bakan bir dairesinde otururduk. Beyoğlu yine bugünkü gibi dar, kasvetli ve kalabalıktı. Ben hemen bütün vaktimi odamın penceresinden sokağı seyretmekle geçirirdim. Haftada bir kaç kere, ılık yaz sabahlarında, dadımla beraber Taksim bahçesine de giderdik. Ama annem bu gezintilerimize üzüntü ile razı olur, biz yola çıkmadan evvel dadıma bin bir tembihde bulunurdu. Zira o günlerde bahçelerimizde sokaklarımız gibi bizim değildi. Birbirine benzemeyen çeşit çeşit kılıklı çeşit çeşit dilli bir sürü yabancı asker doldurmuştu şehrimizi. Zavallı anneciğim bu dilleri dilimize, huyları huyumuza uymayan gururlu yabancıların, biricik oğluna bir kötülük etmesinden korkardı.
Taksim bahçesinde, alabildiğince yükselmiş taflanların arasında kendi başıma avare avare dolaşırdım. Böyle sahahlardan birinde, taflanların arasındaki dar yollarda kendi aleminin içine gömülmüş iken kulağımda:
-Yakında Anadol gelecek diyen öksürüklü bir sesin çınladığını çok iyi hatırlıyorum.
Bunu söyleyen beyaz sakallı, gözlüklü, sırtındaki hafif kamburu daha kolay taşıyabilmek istemişcesine bastonuna dayanarak yürüyen ve her haliyle etrafındaki iki kız çocuğuna korku değilde sokulmak, gittikçe daha fazla sokulmak duygusunu aşılayan sevimli bir ihtiyardı.
-İşte o zaman bu yabancı askerlerin hepsi kaçacak delik arayacaklar hele bir Anadol gelsin de...
İyi ama bu Anadol'da ne idi?... Oyuncak mı, kuş mu, ağaç mı? İhtiyarın yanındaki çocuklar da her halde benim gibi düşünüp sormuş olacaklar ki, az sonra öksürük nöbetlerinden ara bulan bu sesin, sözlerine şöyle devam ettiğini duydum:
-Anadol Mustafa Kemal'in askerleri demektir. Bizim askerlerimiz yakında gelecekler, yakında hem de pek yakında...
O gün akşama kadar, küçük lâkin hülyalı kafamda bu Anadol denilen Mustafa Kemal'in askerleri, bizim askerlerimiz sonsuz bir resmi geçit yapıp durdu.
Babam hemen hergün eve geç gelirdi. O ılık Nisan akşamıda öyle olmuştu. Annemle beraber avizeden dökülen ışık yağmurundan kamaşan gözlerimizle kapıya baktık. Gördük onu. Babam elektriği eliyle kapadı. Mumların ışıgında kendisine hayretle bakan anneme:
-Yarın, dedi, Sultanahmed Meydanı'na bakan evlerden birinde bir oda kiraladım. Hep beraber oraya gideceğiz...
Annem onun ne demek istediğini anlamaya çalışarak sordu:
-Niçin?
-Ordu gelecek... Anadolu'dan Mustafa Kemal'in askerleri geliyor yarın...
Altı yaşında idim ama pek iyi hatırlıyorum. Beyoğlu'nda Rumeli Hanı'nın caddeye bakan bir dairesinde otururduk. Beyoğlu yine bugünkü gibi dar, kasvetli ve kalabalıktı. Ben hemen bütün vaktimi odamın penceresinden sokağı seyretmekle geçirirdim. Haftada bir kaç kere, ılık yaz sabahlarında, dadımla beraber Taksim bahçesine de giderdik. Ama annem bu gezintilerimize üzüntü ile razı olur, biz yola çıkmadan evvel dadıma bin bir tembihde bulunurdu. Zira o günlerde bahçelerimizde sokaklarımız gibi bizim değildi. Birbirine benzemeyen çeşit çeşit kılıklı çeşit çeşit dilli bir sürü yabancı asker doldurmuştu şehrimizi. Zavallı anneciğim bu dilleri dilimize, huyları huyumuza uymayan gururlu yabancıların, biricik oğluna bir kötülük etmesinden korkardı.
Taksim bahçesinde, alabildiğince yükselmiş taflanların arasında kendi başıma avare avare dolaşırdım. Böyle sahahlardan birinde, taflanların arasındaki dar yollarda kendi aleminin içine gömülmüş iken kulağımda:
-Yakında Anadol gelecek diyen öksürüklü bir sesin çınladığını çok iyi hatırlıyorum.
Bunu söyleyen beyaz sakallı, gözlüklü, sırtındaki hafif kamburu daha kolay taşıyabilmek istemişcesine bastonuna dayanarak yürüyen ve her haliyle etrafındaki iki kız çocuğuna korku değilde sokulmak, gittikçe daha fazla sokulmak duygusunu aşılayan sevimli bir ihtiyardı.
-İşte o zaman bu yabancı askerlerin hepsi kaçacak delik arayacaklar hele bir Anadol gelsin de...
İyi ama bu Anadol'da ne idi?... Oyuncak mı, kuş mu, ağaç mı? İhtiyarın yanındaki çocuklar da her halde benim gibi düşünüp sormuş olacaklar ki, az sonra öksürük nöbetlerinden ara bulan bu sesin, sözlerine şöyle devam ettiğini duydum:
-Anadol Mustafa Kemal'in askerleri demektir. Bizim askerlerimiz yakında gelecekler, yakında hem de pek yakında...
O gün akşama kadar, küçük lâkin hülyalı kafamda bu Anadol denilen Mustafa Kemal'in askerleri, bizim askerlerimiz sonsuz bir resmi geçit yapıp durdu.
Babam hemen hergün eve geç gelirdi. O ılık Nisan akşamıda öyle olmuştu. Annemle beraber avizeden dökülen ışık yağmurundan kamaşan gözlerimizle kapıya baktık. Gördük onu. Babam elektriği eliyle kapadı. Mumların ışıgında kendisine hayretle bakan anneme:
-Yarın, dedi, Sultanahmed Meydanı'na bakan evlerden birinde bir oda kiraladım. Hep beraber oraya gideceğiz...
Annem onun ne demek istediğini anlamaya çalışarak sordu:
-Niçin?
-Ordu gelecek... Anadolu'dan Mustafa Kemal'in askerleri geliyor yarın...