Dünden devam...
Her zaman olduğu gibi "vecd" ve "aşk"ın insan üzerine bıraktığı çekicilik vasfı yanında bu mutlak kıymetli kaybedeceği endişesiyle halkta kıskançlık dönemi başlar. Nitekim Mevlana ile Şemsi Tebrizi arasındaki muhabbet neticesinde de böyle olmuştur. Onları saran vahdet sarhoşluğunun yanında halkın dedikodusu da artmıştır. Şems'in kararlı tutumu, Mevlâna'nın teslimiyeti dış âleme bütün kapıları kapamıştır. Öyle bir haldir ki bu, nasıl damlayı ummandan ayırmak mümkün değilse Mevlana'yı da Şems'in varlığından ayırmak mümkün değildir. Hatta Şems-i Tebrizi'nin ölümünden sonra, Mevlâna, -ölmüş olduğunu bildiği halde- kendisine, "Şems Konya'ya geldi" diyenleri altınla taltif etmiş, "Şems'in ölümünü bildiğiniz halde bunlara niçin böyle muamele yapıyorsunuz?" diyenlere: "Onlar bana kimden bahsediyor, en çok sevdiğimden değil mi? Ben onların bu yalan haberine bahşiş verdim. Şayet söyledikleri gerçek olsaydı canımı verirdim." diyerek cevaplandırmıştır.
Mevlâna, bütün dost ve arkadaşlarından ve Konya'nın ileri gelen zevatından ayrılmış, medresesinde Şems ile birlikte sır kabuğuna çekilmişti. Bu hal zamanın insanını harekete geçirmiş, "Şems denilen bu adam gelip Mevlâna'mızı elimizden aldı" diye efkârı umumiyeye dedikodular yayılmıştı. Naz ve niyaz halinde bulunan bu iki mana sultanı her gün ayrı bir "Hak tecellisi" ile karşılaşmalarına rağmen, vuslatta firkat şart olduğu için Şems'in Konya'yı terk etmesi gerekiyordu. Bu dedikodular, firkatin zuhuru için Şems'in aniden Konya'dan ayrılmasına vesile olmuştur.
Günlerden bir gün Tebrizli Şems gönlünü Mevlâna'ya bırakmış, maddesiyle başka diyarlara uçmuştur. Mevlâna, derin hasret ateşleri içinde kıvranırken cemalinde her an Hakk'ı seyrettiği sevdiğini aramaya koyulmuştu. Konya'ya gelip gidenden mecnun misali "Şems, Şems!" diye soruyor, uçan kuşlardan haber arıyordu. Esasen bu arayış ve yanış, Şems'in muhabbetinde yok oluş idi. Mevlânâ'nın kemâli için bu ateş günden güne büyüyor, ikinci bir vuslat için sakin bir okyanus zemini halini alıyordu.
Beklenilen haber Konya'da yayılmaya başladı: "Şems Şam'da". Haberi alan Mevlâna derhal oğlu Sultan Veled ile birkaç tâlibini birçok hediyelerle beraber Şam'a gönderir. Şam'da ahşap bir binanın loş odasında karşısındaki şahısla muhabbet eden Şems, gelenlere ilgi duymamış intibaını veren bir tavır alır. Sultan Veled, ruhundaki engin terbiye ile büyük velinin eline dudağını ve alnını kavuşturur ve: "Sultanım evvelden varid olan bütün dedikodular için Konya'nın eşrafı ve bütün halkı özür beyan ediyor ve yüce şahsınızı Konya'ya davet ediyorlar." der. Bu sözlere de rağbet göstermeyen Şems, Sultan Veled'i duymazlıktan gelir, muhabbetine devam eder. Ve gözünü parlatacak, ruhunu sonsuzluk ülkesine kadar yüceltecek sevgilisinin davet teklifini, Hak sözden başka bir söz duymayan kulağıyla işitir; Sultan Veled, "Efendimiz! Bütün bunların yanında sizi en az sizin kadar seven babam Mevlâna sizi Konya'ya davet ediyor." der. Bu en güzel davet, Şems'i Konya'ya uçurmuştur.
"Şems geliyor!" diye istikbâl için Konya eşrafı ve halkı sokaklara dökülmüş, na'tlar, kasideler, ilâhiler ve Kur'ân-ı Kerim okunmaya başlanmıştı. İki Hak dostu yine karşı karşıyaydı. Mevlâna bu ezel ve ebed mânâ büyüğünü medresesine getirmiş ve onun için mütevazı bir köşe hazırlamıştır. Bu yolculukta Şems, Sultan Veled'e mânevi sırlarını verdiğini ifade ediyor. Hazret-i Mevlâna, Şems'i, kendi terbiyesinde yetiştirdiği manevi evladı Kimya Hanım'la evlendirir. Artık Şems tamamen Konyalı olmuştur.
Konya'da geçen günler iki ezelî dolu daha da birbirine raptetmiş ve Mevlâna'nın kemâli için her türlü zemin hazırlanmıştır. Vuslat için nazar şarttır. Nasıl devekuşu, yumurtalarına uzaktan nazar ederek onları olgunlaştırıyorsa muallim de öğrencisine nazar ederek onu kemâle erdirir. Bu ikinci dönemde Şems, Mevlâna'ya bunu yapmış. "Nazar-ı Hak" ile onu doruk noktasına ulaştırmıştır. Bu dönemde de bu iki ezelî dostu çekemeyenler, dedikodu kazanını kaynatmaya başladılar. Mevlanâ'yı kemâle erdiren Şems'in şahadeti yaklaşmıştı...
Bir gece medresenin etrafını sarmışlar, Mevlâna ile derin vahdet sohbetinde iken onları vahşet plânları ile bu denî âleme çekmişlerdi. Kapı çalınır ve Şems istenir. Gece karanlığında kapıyı açarak karanlığa karışan Şems, bir sayha atarak ortadan kaybolur. Bu hadise 1247 senesi Aralık ayının bir Perşembe gecesi olmuştu. Rivayetler Şems'in o gece şehit olduğunda kuvvet kazanıyor.
Bu devreden sonra Mevlâna artık yalnızdır. Ah-ı enîn ile günleri ve geceleri geçirir. Baştan başa aşk vadisi olan meşhur Mesnevîsini bu dönemde kaleme almıştır.