Moğolların İran'a yürümesi Ahlat yöresinde bulunanlara telaş vermiş, rahat ve huzurlarını kaçırmıştı. Kayı aşiretinin reisi Süleyman Şah elli bin hane tutan halkı ile birlikte 1221 yılında Ahlat'ı terketmişti. Göç batıya doğru oluyordu. Süleyman Şah kendisine sadık olanlarla birlikte Erzincan ve Erzurum arasında bir kaç yıl kaldıktan sonra, Amasya dolaylarına göç etti. Amasya'da Selçuk beylerinden himaye gördüler ve orada geçici bir süre için yerleştiler. Fakat Amasya ve yöresi Ahlat ovaları gibi zengin değildi. Koca bir topluluğun davarlarını otlatmaya kâfi gelmiyordu.
Süleyman Şah halkını geçindirmek için zengin meralar aramak lüzumunu duydu. O zaman Haleb'e göçe karar verdiler. Göç başladı. Muntazam kafileler halinde Fırat nehri sahilinde bulunan Caber Kalesi önüne geldiler. Kışı burada geçirecekler, Haleb'e elçiler yollayarak iskânlarına müsaade talep edeceklerdi.
Süleyman Şah'ın maksadı göçe nihayet vererek, Artukoğulları gibi bir toprak sahibi olmak ve müstakil bir devlet kurmaktı. Son defa oğullarını ve ileri gelen beylerini topladığı zaman düşüncelerini bir kez daha açıkladı:
-Önce toprak, sonra bayrak sahibi olalım. Göç, kuvvetlerimizi azaltıyor. İnsan ömrü bâki değildir. Akibet biter, fena bulur. Bir gün emri Hak vâki bulur. O zaman bu sözlerimi hatırlar ve birbirinizden ayrılmazsınız.
Aylar geçti. Süleyman Şah bir gün Fırat nehrini geçmek isterken suların cereyanına kapılarak sürüklendi. Cesedi nehirden güçlükle çıkarıldı, bir tepeye defnedildi. Bu tepeye şimdi "Türk Mezarı" denilmektedir.
Süleyman Şah'ın Sungurtekin, Gündoğdu, Ertuğrul ve Dündar adlarında dört oğlu vardı. Dündar çok küçüktü. Aşiret reisi birden bire ölünce ayrılıklar başladı. Bir kısmı Suriye'ye giderken diğer kalanlar da Ertuğrul beye tabi olmuşlar ise de yaşlılar Ertuğrul'u pek genç buluyorlar ve tecrübesiz bir başbuğun arkasından gidemeyeceklerini açıkça söylüyorlardı. Hatta kardeşler arasında bile tartışmanın sonu gelmiyordu. Sungurtekin:
-Atalarımızın bize bin veren topraklarında oturalım. Anavatana dönelim, diyordu. Gündoğdu da ağabeyinin fikrine katılıyordu:
-Cedlerimizin doğduğu yerlerde ölelim.
Ertuğrul mücadeleden vazgeçmiyordu. Parçalanmak istidadı gösteren Selçukluların yıkıntısı üzerinde zamanla yeni Türk Devleti'nin temellerini atmak gereğini anlatıyordu.
-İyi dersiniz ama, bağımsız yaşamadıktan sonra, bir vakitten sonra atalarımızın kılınç zaferi ile şenlendirdikleri topraklarda esir olarak yaşamak neye yarar?
Ertuğrul bir gün Sungurtekin'i çadırında yalnızken ziyaret etti. Ona kesin kararını bildirecekti.
-Ağam dedi anlaşıldı, siz vatana dönmek ister, akibeti meçhul bir maceraya atılırsınız. Fakat ben bir çadır halkı bile kalsam Diyar-ı Rum'a göç edeceğim. Yarın oğullarım veya torunlarım sultan-ı İklim-i Rum olacaklar. Ve yine bir gün gelecek, bu dört yüz çadırdan bir devlet doğacaktır diyordu.
Ertuğrul Bey Cabar civarından ayrıldıktan sonra Pasin ovasına yerleşmişti. Selçuk Hakanı Sultan Alaattin'in 10 Ağustos 1230'da Erzincan'da Celalettin Harzemşah ordularını bozarak büyük bir zafer kazanması Anadolu'da sükunun geri gelmek üzere olduğu zannını uyandırmıştı. Fakat kısa bir süre sonra Moğol orduları tekrar doğu sınırlarında görünmeye başladılar. Bu sefer Ertuğrul Gazi Moğol tehlikesinin erişemeyeceği yerlere, daha içerilere gitmek kararını verdi. Pasin ovasından Kayseri'ye geçti. Oradan Sultan Alaattin'e elçiler ve hediyeler gönderdi. Kayı aşiretinin mensuplarına münasip bir yer tahsis edilmesini rica etti.
Sultan da kayıların Ankara'da Kocadağ civarında ikametlerine müsaade etti. Kayı aşireti yeniden yola koyuldu. Yolda yine kayılara mensup Türk çadırlarına rastgeldi. Onlar da Ertuğrul Gazi'ye katıldılar. Cemaat kalabalık oldu. Beşyüz süvari çıkaracak bir duruma gelmişlerdi. Yolculuklarının beşinci günü kanlı bir savaşa şahit oldular. Bunlar Moğollarla, Selçuklu askerleri idi. Moğolların sayı bakımından üstün oldukları ilk bakışta anlaşılıyordu.
Ertuğrul Gazi hemen beylerini topladı. Uzun meşveretten sonra:
-Zebunküşlük mürüvvet değildir. Galip ile olmak da gayret değildir. Mağlubu galibin elinden kurtarmak bize düşer. Türk düşkünün dostudur.
İhtiyarlar itiraz ettiler:
-Ama boş yere kan dökeceğiz, buna sebep ne? Ya biz de Selçuklularla birlikte mağlup olursak?
Ertuğrul Bey bu soruyu cevapsız bırakmadı:
-Türk, kılıcının muzaffer olacağına inanır.
Selçuklular adet azlığına bakmadan cesaretle dövüşüyorlardı. Ertuğrul Bey de süvarilerle beraber mağlupların safında yer aldı. Moğolların arasına rüzgâr gibi daldılar. İyi dövüştüler ve harbi kazandılar.
Ankara civarına yerşelen Kayıların Selçuk topraklarında bu ilk galebesi idi. Bunu nice zaferler takip etti.
Türk, kılıcının muzaffer olacağını, ondan sonra da cenk meydanlarında ispat etti ve kazandığı zaferleri tarihe şan verdi.