Aynı düşünce sisteminin daha sinsi ve kontrollü bir devamı Mısır'da Cemaleddin Afgani tarafından yaygınlaştırılmıştı. O, Ahmet Han gibi Kur'an'ı doğrudan tartışmaya açmamış, geleneksel değerleri ve kurumları hırpalamaya çalışmıştır.
Cemaleddin Afgani, Afganistan'ın Kâbil yakınlarında bir köyde doğmuştur. Hindistan'da aklî ve naklî ilimleri okumuş, Mısır'a gitmiştir. Ancak Mısır hükümeti kendisini sürgün etmiş, bunun üzerine Paris'e giderek öğrencisi M. Abduh ile birlikte 'El Urvetü-l Vüska' gazetesini çıkarmıştır. Bir ara İstanbul'a da davet edilen C. Afgani Sultan Abdülaziz devrinde yaptığı bir konuşması yüzünden azası olduğu Dar'ul Fünun'un kapatılmasına sebep oldu. Fesatçılığı anlaşılınca Türk uleması tarafından İstanbul'dan kovulmuştur. Afgani, Fransız müsteşrik E. Renan'ın hayranıdır. Le Journal Des Debats gazetesinin 29 Mart 1883 tarihli nüshasına gönderdiği mektupta Afgani, büyük bir düşünür ve ünü Doğu ve Batıyı tutan bir filozof olarak tanımladığı Renan'a övgüler düzerek mektubuna başlamaktadır. Renan'ın İslam dininin mahiyeti icabı, ilmin genişlemesine mâni olduğu fikrine tamamen katıldığını söyleyen Cemaleddin Afgani mektubunun devamında İslamiyet hakkındaki görüşlerini şöyle ortaya koymaktadır:
"Hıristiyan toplumları işaret ettiğim terakki ve ilim yolunda dev adımlarla ilerlemektedirler. İslam cemiyeti ise dinin vesayetinden kurtulamamıştır. Burada, Mösyö Renan'ın huzurunda İslam dininin müdafaasını yapıyorum. Bu ümit gerçekleşmez ise Müslümanlar barbarlık ve cehalet içinde mahvolurlar. Filhakika İslam dini ilmi boğmaya ve terakkiyi durdurmaya gayret etmiştir".
Afgani açık ve net olarak İslamiyet'in ilerlemeye mâni bir din olduğunu iddia etmekte, samimi müminlerin Allah'ın ayetlerine olan bağlılıklarını, sabana bağlanan bir öküzün durumuna benzetmektedir:
"Biliyorum ki Müslümanların Avrupa ile aynı medeniyet seviyesine yükselmeleri çok güçtür. Felsefe ve ilmî usullerle hakikate ulaşmak onlara yasaktır. Gerçek şu ki; bir Müslüman, konusu ilmî hakikat olan her çeşit araştırmadan kaçınmalıdır. Kölesi olduğu nass'a sabana bağlanan bir öküz misali bağlanan mümin ilanihaye şeriat tefsircileri tarafından çizilen yolda yürümeye mahkûmdur".
Cemaleddin Afgani İslam'ın bir zorbalık dini olduğunu da iddia etmekten çekinmemiştir:
"Peki, Arap medeniyeti bu kadar şaşı-kör olduktan sonra nasıl birden sönüverdi? Meşale o zamandan beri neden tekrar tutuşmadı? Arap dünyası neden uzun zamandan beri karanlıklarda bocalıyor? Burada İslam dininin bütün sorumluluğu ortaya çıkmaktadır. Şurası âşikar; bu din nerede yerleşmişse ilmi boğmuştur. Bu uğurda istibdatla elele vermekte tereddüt etmemiştir".
İslamiyet hakkında bu fikirlere sahip olan C. Afgani Kahire'deki "Şark'ın Yıldızı" isimli locada 1878 yılının Temmuz ayında resmen Mason olmuştur. Mason loca numarası 1355'dir. Afgani aynı zamanda gittiği her yerde Mason locaları açmakla ünlenmiştir. Kardeşinin oğlunun ifadesine göre onun bariz vasfı "her gün yeni bir tipleme ve yeni bir kimlikle ortaya çıkmasıdır".
Muhammed Abduh
C. Afgani'nin öğrencisidir. Mısır'daki ilk Mason locasını kurmuştur. Abduh, melek, şeytan, cin, mucize gibi Kur'an'da haber verilen gaybî hakikatleri kabul etmemiştir. M. Abduh'a göre peygamber üstün bir yaradılışa sahip ve herkesin kendisine itimat ettiği kimsedir. Bu tarife göre peygamber vahiyle yönlendirilen biri değil, dâhi yaradılışlı kimsedir. M. Abduh, Kur'an'da mevcut olan mucizevî hadiseleri anlatan ayetleri, İslam tarihinde eşi görülmemiş bir tarzda tefsir etmiştir. Mısır'da Reşid Rıza, Abdülmümin el Meragi gibi isimler de aynı fikrî ekolün temsilciliğini yapmışlardır.
Pakistan
Pakistan'da Fazlurrahman bu görüşleri devam ettirip, yaygınlaştırmış ve bu vesile ile İngiliz çıkarlarına hizmet etmiştir.
Tarihselliğin hararetli bir savunucusu olan ve vahyi tarihsel ve toplumsal bir hadise olarak gören Fazlurrahman, Kitab-ı Mukaddes'te uygulanan tenkid metodunun aynısını Kur'an-ı Kerim'e uygulamaya kalkmıştır.
Bütün bu İslam'ın özüne ve hakikatine hiçbir şekilde uymayan görüş ve düşünceler, başta İngiltere olmak üzere Batılı devletlerin Ortadoğu'yu Osmanlı'dan koparmak ve sömürgeleştirmek için bu bölgelerde İslam'ın temel esaslarını zedeleme ve farklı itikadî akımlar oluşturma gayelerinin birer tezahürüdür. Zira buralarda Osmanlı'ya olan bağlılığın yok olması, birliğin çözülmesi için her zaman vurguladığımız gibi Ehl-i Sünnet akaidine aykırı görüşler hâkim olmalıydı ki siyasi sahada da karışıklık çıksın. Dikkat edilirse yukarıda adı geçen bu şahısların fikirleri tamamen Batılı müsteşrik görüşlerinin aynısıdır.
İslam ülkelerinde Batı tarzı bir fikir yapısının ve sosyal yaşantının hâkim olabilmesi için Kur'an'ın kural ve kaideleri devreden çıkarılmalıydı. Bunun için de tarihsellik prensibi devreye konmuştur. Tarihselliği savunan Seyyid Ahmet Han Hindistan halkına Kur'an'ın sosyal hayattaki hükümlerinin uygulanamayacağını telkin ederken, diğer yandan da onları İngiltere'nin hayat tarzına uymaya ısrarla çağırması bu hakikatin ifadesi bakımından dikkat çekicidir.
Dini ve Milli Bütünlüğümüze Yönelik Tehditler
Prof. Dr. Haydar BAŞ