Hz. Muhammed Mustafa (sav)'in rengine, kokusuna, sevgisine, mânâsına yakın olmak nispetinde insanlık, en güzel kokuyu, tadı, en güzel mânâ ve sevgiyi yakalamaktadır.
Bu sebeple o kâmil insana veraset ve yakınlık ne nispette olursa, devirler ve çağlar o nispette Asr-ı Saadet'in devamı, varisi ve bir parçası olurlar.İnsanlar hangi nispette o kâmil insanın varislerine yakın iseler, o nispette sahabe-i kirama varis olurlar. Dolayısıyla bütün mesele kâmil insan merkezinde, mânâsında ve nispetinde çözülmektedir. Bu merkezden uzak çözüm ve teklifler, esas ve aslını kaybeder; teferruatla ve tali oyalanmalarla vakitler heba olup gider.Hiçbir devir belki Hz. Peygamber'in (sav) gelişinden önceki cahiliye dönemi kadar karanlık, vahşi ve gayr-i insanî olamaz. En korkunç hatâlar ve isyanlar, akıl kârı olmayan kötülükler, çirkinlikler ve kokuşmalar o devrin temel karakteridir.Nitekim Hz. Peygamber'le (sav) tanışmadan önceki Hattab oğlu Ömer, öz kızını diri diri toprağa gömebilecek kadar korkunç, cebinde gezdirip taptığı helvadan mamul putçukları acıktığı zaman yiyebilecek kadar sade ve basit bir hayat sergiliyordu. Ona erişen insan-ı kâmil nazarı onu temizlemiş, arındırmış, yontmuş ve adâlet timsali bir Ömer-i Faruk (ra) ortaya çıkmıştır.Bu sebeple hangi çağda olursa olsun asıl mesele, kötülük ve çirkinliklerin ayyuka çıkmış olması değil, çağı arındıran, saadetli kılan insan-ı kâmilden mahrum olunmasıdır, insanlığın bu gönül ve mânâ sultanlarına kulak tıkamasıdır. Nitekim asrımızın maddî yahut manevî bunalım ve buhranda olması, en kâmil olan Hz. Peygamber'in (sav) varislerinin azalması ve beşerin bu varislere, bu kâmil insanlara ters düşmesi sebebiyledir.Zira neticede, cahiliye çağını saadet asrına çeviren en kâmil insana ve hakikatlere ters düşülmüş olur. Bu mânâda o kâmil insanın taşıdığı ve takdim ettiği hakikatlara ters düşmek, saadeti temin etmede kâinatı şekillendiren mimarlardan mahrum olmak demektir.
İman ve İnsan, Prof. Dr. Haydar Baş
Bu sebeple o kâmil insana veraset ve yakınlık ne nispette olursa, devirler ve çağlar o nispette Asr-ı Saadet'in devamı, varisi ve bir parçası olurlar.İnsanlar hangi nispette o kâmil insanın varislerine yakın iseler, o nispette sahabe-i kirama varis olurlar. Dolayısıyla bütün mesele kâmil insan merkezinde, mânâsında ve nispetinde çözülmektedir. Bu merkezden uzak çözüm ve teklifler, esas ve aslını kaybeder; teferruatla ve tali oyalanmalarla vakitler heba olup gider.Hiçbir devir belki Hz. Peygamber'in (sav) gelişinden önceki cahiliye dönemi kadar karanlık, vahşi ve gayr-i insanî olamaz. En korkunç hatâlar ve isyanlar, akıl kârı olmayan kötülükler, çirkinlikler ve kokuşmalar o devrin temel karakteridir.Nitekim Hz. Peygamber'le (sav) tanışmadan önceki Hattab oğlu Ömer, öz kızını diri diri toprağa gömebilecek kadar korkunç, cebinde gezdirip taptığı helvadan mamul putçukları acıktığı zaman yiyebilecek kadar sade ve basit bir hayat sergiliyordu. Ona erişen insan-ı kâmil nazarı onu temizlemiş, arındırmış, yontmuş ve adâlet timsali bir Ömer-i Faruk (ra) ortaya çıkmıştır.Bu sebeple hangi çağda olursa olsun asıl mesele, kötülük ve çirkinliklerin ayyuka çıkmış olması değil, çağı arındıran, saadetli kılan insan-ı kâmilden mahrum olunmasıdır, insanlığın bu gönül ve mânâ sultanlarına kulak tıkamasıdır. Nitekim asrımızın maddî yahut manevî bunalım ve buhranda olması, en kâmil olan Hz. Peygamber'in (sav) varislerinin azalması ve beşerin bu varislere, bu kâmil insanlara ters düşmesi sebebiyledir.Zira neticede, cahiliye çağını saadet asrına çeviren en kâmil insana ve hakikatlere ters düşülmüş olur. Bu mânâda o kâmil insanın taşıdığı ve takdim ettiği hakikatlara ters düşmek, saadeti temin etmede kâinatı şekillendiren mimarlardan mahrum olmak demektir.
İman ve İnsan, Prof. Dr. Haydar Baş